Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=EDEBİYAT ve KÜLTÜR=-- > Kitap ve Dergi Bölümü

Kitap ve Dergi Bölümü Kitap ve Dergi Paylaşımları (Roman) v.s

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 08-01-2008, 20:27
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Kendini arayan adam(demek bu kitap)

Demek bu kitap!
Çok zeki bir insandı. Bir şeyi kavrama ve yorumlama kabiliyeti fevkalâdeydi. Öyle ki, yıllardır âşina olduğum birçok meseleyi onun kadar anlayamamış olduğumu görüyordum. Osmanlıca ibareleri çok iyi biliyordu. Hayretime giden bir tarafı da, hakperest oluşuydu. Marksizmi savunan birçok insanda görüleceği gibi, kuru bir inadı ve katı bir taassubu yoktu. Aklına ve mantığına uygun düşen bir konuyu mertçe kabullenip tasdik ediyordu.
Tahminen, bir saate yakın süren konuşmamızın sonunda, kitabı istedi. İsmini ve yazarını okuyunca:
"Demek bu kitap!" dedi. "Biz, bu zat hakkında ne kadar da yanlış şeyler biliyormuşuz meğer."
Aramızda güzel bir dostluk kuruldu. İkimiz de birçok meseleyi rahatlıkla konuşabileceğimize inanmıştık.
"O adam", bir ara konuyu felsefî ve ekonomik sıhaya çekmek istemiş, ben ise hemen tevhid konusuna dönmüştüm. Çünkü böylesine güçlü bir "adam"la kendi sahasında tartışabilmek için, ilk önce inanç meselesinin halledilmesi gerektiğini biliyordum.
Lastikler tamir edildiğinde, kolkola girerek otobüse döndük. Yanındaki gençle yer değiştirerek aynı koltuğu paylaşmamızı teklif ettiğinde, otobüsteki sohbetimiz başlamış oldu.
Yol boyunca süren konuşmamız, yolcuların da dikkatini çekmişti. Söz hakkı bana geçince yüksek sesle konuşmayı tercih ediyor, "O adam"ın saatler süren konuşmasıyla tesir altında kalmış olan yolcuların hakikatı duymalarını arzu ediyordum. Bir ara etrafa kulak verdim. Otobüsün sesinden başka en ufak bir kıpırtı yoktu. Herkes dikkat kesilmişti.
Konuşmalarımı, Allah'a imân üzerine yoğunlaştırmaya devam ederken, sözümü keserek:
"Hocm" dedi, "sana çok samimi bir sual sormak istiyorum. Ama bana doğruyu söyleyeceksiniz."
"O adam"ın bu âni çıkışı karşısında oldukça şaşırmıştım. Yine de sakin bir ifadeyle:
"Buyurun efendim" dedim. "Size elbetteki doğruyu söylerim."
"Sizinle ilk sohbetimizde bana kitap okumaya çalaşırken, hiç bir şey bilmiyormuş gibi davrandınız" dedi. "Gerçekten o kitaptan okunanları anlamıyor muydunuz? Yoksa bana gerçekleri anlatmak için öyle bir metot mu seçtiniz?"
Çok zeki olan yol arkadaşım, durumu farketmekte gecikmemişti.
Yavaşça fısıldayarak:
"Anlıyordum efendim" dedim. "Ama sizin gibi değil tabi..."
"Yani bana kendi meseleni anlatmak için, câhil numarası yaptın, öyle mi?"
İtiraf etmek zorunda kalmıştım:
"Efendim" dedim, "size birtakım doğruları anlatabilmek için bu metodu uyguladığım doğrudur. Ama buna bir numara diyemeyiz. Size yaklaşabilmek için öyle davranmak zorundaydım."
"O adam"a bu sözleri söylerken oldukça zorlanmıştım. Durumu kavradığı için:
"Hayır hayır" diye atıldı. "Size hakaret gâyesiyle öyle demiş değilim. İçten teşekkür etmek istiyorum. Bana bu konuları anlatabilmek için gerçekten en iyi yolu seçtiniz. Yıllardır aklımı meşgul eden ve beni bunaltan konulardı bunlar. Sohbeti bu sahaya çekmekle iyi ettiniz. Henüz işin başındayız ve eminim sizin gibi bir arkadaşla daha birçok meseleyi konuşabiliriz."
Bundan sonra soru soran kendisi oldu. İslâmın muğlak ve izaha muhtaç gibi görünen ve bu yüzden materyalistlerin hücumuna uğrayan birçok konusunu gündeme getirdi. Özellikle mantıkî cevaplar isteyen hususlar ağırlık kazanıyordu.
Konuşmalarımızdan hoşlanmış olacak ki, bir ara heyecanla:
"Bak hocam" dedi. "Sizinle çok ciddi ve önemli konularda sohbet edebileceğimize inanıyorum. Bunun için, başa dönelim ve tartışmamıza temelden başlayalım. Nereye kadar gidebiliriz veya neleri halledebiliriz bilemiyorum, ama galiba sizinle iyi bir yolculuk yapacağız."
Arkadaşımın bu tavrına, yakın bir alâka gösterdim. Çünkü böylesine samimi bir havada, her meselenin müzakere edilebileceğine inanıyordum.
Muhatabım devam etti:
Önce şu konuyu ele alalım:
"Birçok ilim adamı, maddeyi 'ezel' olarak tarif eder. Madde 'ezelî' olunca 'ebedî' de olacak demektir. Yani, kâinatta madde esastır. Ezelî ve ebedî olan madde için Allah'a ihtiyaç kalmayacaktır. Dolayısıyla Allah mefhumuna ne gerek var?"
İslâmiyet ve Kur'ân hakkında son derece önemli sorularla karşılaşacağımı hissettiğim için yolculuk boyunca; gerek karşımdaki muhatabım, gerekse bizi dikkatle dinleyen yolcuların istifade etmeleri için Cenab-ı Hakka bütün samimiyetimle iltica ediyor ve muvaffakiyetim yolunda acziyetimi ve zafiyetimi şefaatçi yaparak Ona yalvarıyordum.
Benden cevap bekleyen arkadaşıma doğru döndüğümde, bizleri dinleyen yolcuları da karşıma almış oluyordum. Bu şekilde konuşarak:
"Beyefendi" dedim. "Madde ezelî midir? Değil midir? konusuna gelmeden önce maddeyi tanımamız gerekir. Madde dediğimiz unsur nedir? Hususiyetli, mahiyeti, tâbi olduğu ölçüler ve kanunlar nasıldır? Bunları bilmemiz lâzım. Ondan sonra madde hakkında görüşlerimizi anlatabiliriz."
Arkadaşım:
"Tabi" der gibi başını sallayınca devam ettim:
"Maddeyi tanımak için, maddenin en küçük parçası olan atomdan başlamamız gerekir. Bu konudaki kitaplar karıştırıldığında atomlardan 'kâinatın yapı taşları' olarak bahsedildiği görülür. Atomların değişik oranlarda biraraya gelmesiyle elementler ortaya çıkmıştır. Elementlerin de muhtelif şekillerde birleşmesiyle moleküller meydana gelir. Etrafımızdaki âlem, içindeki canlı-cansız, sayılamayacak kadar çok değişik varklıklar, bu moleküllerden inşa edilmiştir.
"Atomu, gerek kendi içinde dengeli hareket ettirmek, gerekse komşularıyla çok hesaplı ilişkiler kurmasını sağlamak için, dört kuvvetten oluşan çok hassas bir kanun konmuştur.
"Son derece hesaplı ve dengeli olan bu kanunun hüküm sürmesiyle kâinatın ve bizlerin varlığı mümkün olabilmektedir. Öyle ki, bu kanunu meydana getiren dört kuvvetten biri olan nükleer kuvvet olmazsa, atom çekirdeği teşekkül etmez.
"Zayıf kuvvet' adı verilen kuvvet bulunmazsa, elektronlar meydana gelmez.
"Elektromanyetik kuvvet olmazsa, atom da oluşmaz. "Ve çekim kuvveti yok olsa dünya olmaz, güneş olmaz, biz olmazdık.
"Kısacası bu kuvvetlerden birinin eksikliği, kâinatın sonu demektir. Hatta onların birindeki zaaf veya hesap hatası dahi, aynı neticeyi meydana getirir.
"Tabii, burada atomların küçüklüğünü de dikkate almak lâzımdır. Bir santimetre küp havada beş milyon kere beş milyon atom bulunduğu düşünülecek olursa, atomların ve atomlardan teşekkül eden kâinatın yaratılışındaki esar daha iyi anlaşılır."
Atomun mâhiyeti ve faaliyeti hakkında ilmin tesbit ettiği hususları, kendi mesleğimden bir örnek vererek anlatmaya devam ettim:
"Bir sınıfta öğretmen olduğumuzu farz edelim. Kendi aralarında 15-20 öğrenci konuşuyor ve hepsinin sesleri birbirine karışmadan sür'atle ve atomlar vasıtasıyla bize ulaşır. Aynı atomlar, güneşin ışığını, ısısını, ve yedi rengini de sınıfa getirir. Sobamızdan çıkan sıcaklık da atomlar eliyle etrafa yayılır. Aynı anda uzaklardaki bir radyo sesi, gök gürültüsü veya zil sesi de duymuş olabiliriz. Bu iş de aynı atomların vazifesidir.
"Sınıfımızın etrafını yüz bin insan sarsa ve hepsi de bize değişik tonlarda, değişik şivelerde ve değişik dillerde seslenseler, aynı atomlar bu sesleri birbirlerine karıştırmadan aynı sür'atle naklederler.
"Canlı, akıllı ve şuurlu bir insanın bir anda beş altı iş yaptığını, meselâ birisiyle konuşurken başka birini dinlediğini, bu arada yazı yazıp kafasında çeşitli hesaplar çözdüğünü duysak, gazetelere manşet yapar, dünya rekortmeni ilân ederiz. Cansız, akılsız, gözsüz ve şuursuz, küçücük bir atomun bir anda binlerce işi eksiksiz, karıştırmadan ve aynı mükemmelikte yapması, akılları durduran bir hâl değil midir?
"Küçük bir atomdan, muhteşem galaksilere kadar hükmeden bu kuvvetleri, ince ve hassas hesaplarla koyup, işleten, kâinattaki nizamı ve dengeyi sonsuz bir ilim ve kudretle idare eden kuvvet kime aittir? Bu akıl almaz hesabı hangi tesadüf ve hangi tabiat yapabilir?"
Arkadaşım, dikkatle dinlediği sözlerimin bu noktasından lafa karışıp:
"Şu olamaz mı?" dedi. "Yani ilkel terkipler ve kanunlar, zamanla kendilerini yenileyip daha mükemmel hale gelmiş olamazlar mı?"
Kendince çok ciddi ve bence gülünecek değerdeki bu soruya karşı tebüssüm ederek:
"Beyefendi," dedim, "Affedin, ama ben aynı soruyu tersine çevirerek size sormak istiyorum? Diyelim ki ortada çok basit bir kanun var. Bu kanunun kanun koyucusuz meydana gelmiş olması mümkün mü? Tarihe ilk yazılı kanunlardan birisi olarak geçen Hammurabi kanunları, Hammurabi'siz düşünülebilir mi?"
"Biraz daha açıkla" der gibi yüzüme baktı.
Devam ettim:
"Şunu demek istiyorum: Bir yığın kum, taş, çimento ve demir bulunduğunu kabul edelim. Ortada bir usta, bir plân ve proje olmadan, bu maddelerin biraraya gelerek bir saray inşa etmesi düşünülebilir mi? Böylesine mükemmel bir sarayın kendiliğinden teşekkül etmesi mümkün müdür?
"Galiba bizler, kâinatın muhteşem sistemini, nizamını ve harikulâdeliğini kanunlarla izah ettiğimizi zannedip işin içinden kolayca çekiliveriyoruz. Kanunları keşfetmekle iş bitiyor mu? O kanunu koyan kudret sahibini neden akla getirmiyoruz?
"İnsanda bir merak vardır. Bu merakla keşfettiğimiz bir şeyin ustasına karşı hayranlığımız daha çok artmalı ve onun kim olduğunu anlamaya çalışmalıyız.
"Küçük bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacını ve onun binlerce meyvesini çıkaran, maddesi bir olan atom parçacıklarından kâinatı ve içindeki canlı cansız mahlukatı yaratan, dört ana kuvvetle varlıkları dengede tutan bir kudret Sahibine karşı insan nasıl alâkasız kalabilir? Bu muhteşem sırları keşfettikten sonra kâinat sahibini nasıl görmezlikten gelebiliriz?"
Son cümleyi beklemeden söze karıştı:
"Yani madde ezelî değil, öyle mi?"
"Maddeye hükmeden bir Kudret Sahibi var. Ona şekil ve biçim veren, kendine tâbi kılan ve yarattığı insanın emrinde çalıştıran bir kudret..."
Yine sözümü kesip;
"Ama" dedi, "maddenin ezelî olmadığı ispat edilmemiş deniyor."
"Ezelî olduğu da ispat edilmemiş ve yalnızca bir nazariye olarak bazı çevrelerce ortaya çıkmıştır" diye devam ediyorum. "Bunun yanında, özellikle Batılı ilim adamları son yıllarda kâinâtın sonradan yaratıldığı fikrine iştirak ile, Kur'ân'ın yaratılış konusundaki beyanına en uygun açıklamalar getiren 'Big Bang' teorisini savunmaya başlamışlardır."
Üzgün bir tavırla:
"Evet" dedi. "Bunu ben de duymuştum. Ama detaylı bir bilgim yok. Fakat merak ediyorum. Doğrusu bu konuyu dinlemek isterim."
alıntı..
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kendini arayan adam(asrın mektubu) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:40
Kendini arayan adam (İlk namaz ve itiraflar) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:38
Kendini arayan adam(eve taşan otobüs sohbeti) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:33
Kendini arayan adam(büyük patlama) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:29
Kendini arayan adam(o adam) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:21


WEZ Format +3. Şuan Saat: 18:20 - Tarih: 05-17-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.