Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=Genel Dini Bölüm=-- > Tasavvuf

Tasavvuf Tasavvuf Alemi..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 03-27-2008, 23:48
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Tasavvuf - Uzlet - 5.Bölüm

UZLET

Uzlet: Bir insanın tıpkı bir ölü gibi inziva ve aynlık suretiyle insanlardan ayrı yaşamasıdır. Yani insanlarla sohbet ve ülfetten çekinip ayrı bir hayat yaşamaktır. Bu ayrılık tıpkı bir ölünün hayattan ayrılması gibidir. Çünkü bir ölü, akraba ve dostlarından -aralarına dünyada bir daha dönmernek üzere- kesin olarak ayrılır. Salik 'gaybu'l-guyub'a yönelen kişidir. Bunun için bu dünyanın mal ve mülkünden kendini arındırıp sadece Allah'ı düşünmelidir. Yar için ağyarın sohbetini bırakmalıdır. Çünkü hala ağyar alemindedir. Eğer gerçekten Allah ile yar olabilirse başkasıyla sohbet ve ülfet ihtiyacını
hissetmez. Nitekim Ebu Yezid Bistami: «Ben otuz yıldır Hakk'la sohbet etmekteyim fakat halk da kendisiyle sohbet ettiğimi sanıyor» buyurmuş'tur. Yani, Bistamı halkın batıni deruni hayatına, halk ise onun dış görünüşüne göre hareket etmektedir. Kalp gözü açılmış (mükaşif) kişiler bir vadiden bakıyor, gözleri örtülü (mahcub) olanlar ise bir başka vadiden bakmaktadırlar. Uzlet eden kişi demek aynı zamanda susan kişi demektir. Çünkü uzlette olan kimse konuşacak birini de bulamayacaktır ve susacaktır; susmak ise 'süluk'un şartlarındandır. Burada anlattığımmız uzlet, 'mürid'lerin uzletidir ki, bedenle yapılır. Fakat 'muhakkik'lerin uzleti kalp ile yapılır. Uzlet ancak şu iki sebepten dolayı yapılır. Ya halkın şerrinden, ya da onlara zarar vermek*ten korktuğu için ayrılır. İkinci sebep, birinciden daha iyidir. Çünkü insanın kendi nefsinden şüphe etmesi başkasından şüphe etmesinden iyidir. Müridin kendisini terbiye eden şeyhine yaptığı hizmet de uzlet hayatına dahildir. Yani uzletten dolayı şeyhinin eğitimini ve hizmetini bırakmak gerekmez. Fakat buradaki şeyh için birtakım sebepler ileri sürülmüştür. Hakk'a vasıl olmalıdır. Hakk' avasıl olan ise kamildir. Her mertebede müridin terbiyesine bakabilir. Aksi takdirde müridin sülüku eksik kalır. Salik yol ortasında kalmış yolcuya benzer. Bir de mürşid, müridin daimi mürebbisi (eğitimcisi) olmalıdır. Zaten mürid sülük hayatı boyunca karşılaşacağı zorlukları ancak mürşid sayesinde aşabilir. Büyük mutasavvıflar demişlerdir ki: Sülük hayatında iki türlü derece katedilir. Biri müridin mal ve bedenle hizmet etmesi, diğeri ise mürşidin müride kabiliyetine göre feyz vermesidir. Nitekim Hz. Ebü Bekir (r.a) bu anlamda Hz. Resülullah'a hizmet etmiştir. Onun için mal ve nefsini en çok feda eden Ebü Bekir'dir (r.a). Onun için ehlini ve ailesini terk et*miştir. Birçok yerde kendini onun için tehlikeye atmıştır. Hz. Ali (k.v.) ise kabiliyeti miktarınca ondan ilim bakımından yararlanmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki, şeyh iki türlü olur. Biri müridin kendi terbiyesi için başvurduğu şeyhtir ki, artık ondan başkasını arayıp intisab etmesi dôğru değildir. Diğer bir tür şeyh ise müridin teberrüken ziyaret ettiği fakat kendisine hizmet etmek zorunda olmadığı şeyhtir. Bir de öyle şeyhler vardır ki, sadece isimleri şeyhtir, fakat kendileri*nin tasavvufi hallerden haberleri yoktur. Bunları ziyaret etmek bile boşunadır. Binbir türlü sapıklık ve bid'atla dolu olan zamanımızın. birçok şeyhi gibi. Eğer şeyh gerçekten faydalı olamıyorsa mürid, tekke ve tarikatı bırakmayıp, istifade edebileceği tarikat arkadaşları bulmalıdır. Bunlar başka tarikata da mensup olabilir. Bu zatın da müşfik ve aynı zamanda faydalı olması gerekir. Buradaki işfak yani şefkatli olmaya şu anlam verildi: Yanındaki müridlerin yücelmesini kıskanmamak ve onların bir tehlikeye düşmesini istememektir. Buna ihvan fillah' denir . Böyleleri zamanımızda çok azınlıktadır. Mürid bir ölü gibi olduğundan, şeyh de onu yıkayan . (gassal) gibipir. Şeyh huzurundaki ölü (meyyit) üzerinde dilediğince tasarrurta bulunabilir: Mürşid kendisini bir ölü gibi teslim eden müridi istediği gibi sağa sola çevirebilir. Mürid 'itiraz'ı terketmiştir. Çünkü eğer tam" teslimiyet olmazsa o müridden ona hayır yoktur. Kısacası feyzin alınması için kalp yolundan bir irtibat gereklidir. Çünkü iç dünyası karanlık, hizmet ve davranışları eksik olan, kimse, istenilen makama ulaşamaz. Şeyh, meyyiti (mürid) velayet suyuyla bütün kirlerden ve sonradan oluşan pisliklerden temizler. Velayet suyundan maksat ilahi feyizdir ki, velayet zincirine girmedikçe bunun insanın kalbine akması imkansızdır. Çünkü burada velayetten maksat 'velayet-i hassa'dır, velayet-i amme' değildir. 'Ecnebiyet' ise insanın Allah'tan uzaklaşma*-sıdır ki, cünüplük vb. hallerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de «O'na (Kur'an'a) ancak temiz olanlar el sürebilir,. (Vakıa, 19) denilmiştir. Temizlik, cemibet ve kirlilikteli arınmak olduğu gibi, dünyalık şeylerle olan ilişkileri kesmek ile de olur. Allah'a yönelmek için dünya ve içindekilerden kendimiz uzak tutmamız gerekir." Bu, namaza durmak için cünüblükten uzak ve abdestli olmak gibidir. İşte mürşidin müridine feyz "vermesi, onun kalbini eğitmesi, onu bu tün pisliklerden temizlemesidir. Bu pisliklerin herbiri Allah'a ulaşmayı engelleyen birer manidir. Buradaki hüdus, evvelive sonu olmayan 'kıdem'in zıddıdır. Salik'in peşinde olduğu şey ise 'Vacib-i Kadim'i seyretmektir. Temiz olmayanın yani bu dünyevi makamları aşamayanların ise kutsal mekanlara ayak basması imkansızdır. İşte burada da anlaşıldığı gibi sülük'un evveli sıfat-ı nefsaniyyeden, sonu ise gayriyyetten uzaklaşmaktır. Bu sıfatlardan kurtulmadıkça Hakk Teala'ya ulaşmak, 'vucüb ve kıdem' alemine girmek müşküldür. Nerede kaldı ki, sırtı ile tahakkuk ve zevki ile zevklenilsin. Uzletin aslı, halvet yoluyla beş duyu organlarını bazı tas'arruflarından uzak tutmaktır. Bu organlar sayesinde çeşitli şekilde eşyayı tanınz. Mesela kulak sesleri alıp kalbe ulaştırır. Onun için Şer'-i şerif bazı seSleri duymamayı tavsiyeetti. Çünkü' bazısesler insarın Hakk' yolundan uzaklaşmasına sebep olur. Bütün duyu organları kendince bu özelliği taşır. Uzlet ile ruh geçirdiği bela ve musibetlerle güçlenir.Nefis sıfatlarıyla disipline edilir. Fakat aynı zamanda beş duyu organları vasıtasıyla ruhun nefse uyması ve esfel-i safilin derecesine düşmesi muhtemeldir. Ruh nefis tarafından kuşatılıp sınırlandırılabilir. Hulasa nefis duyu organları (havass-ı hamse) vasıtasıyla ruhu emir ve tasarrufu altına alıp vücut da ona hükme"der. Nefis hükümdar gibidir. Sultan olan ruhu azledip kalbin tahtına oturur ve oradan hükmeder. Oysa ruhun bedenle olan ilişkisi böyle olmamalıdır. Ruhun bedendeki fonksiyonu bedenin bütün görevlerini üstlenmektir. Zaten enfüsİ ve afaki planda evrenin nizamı da böyledir. Bundan da anlaşılıyor ki, bir insana uyanlar eğer sapık ve anarşist ruhlu ise onu da kendilerine benzetirler, doğrudan ayırırlar. Padişahlara ve sultanlara şuna benzer nasi*hatler yapılmıştır: «Devlet idaresine insanların en iyisini getiriniz» ve «kim kurdu çoban yaparsa, koyunlara haksızlık etmiş olur» denilerek halkın idaresine ehil insanların getirilmesini tavsiye etmişler. Aynı zamanda uzlet ve halvet yoluyla nefsin duyu organları (mahsusat) üzerindeki tasarruf gücü de kırılmış olur. Yani bu şekilde havass-ı hamsenin faaliyetleri üzerindeki nefsin tahakkümüne, dünyalık şehvet ve ihtiraslann esaretine son verilmiş olur. Böylece nefis zayıflar. Nefsin zayıflaması da kalbin kuvvet bulması demektir. Heva, nefsin kendine uygun olan işlere yönelmesi, şehvet ise aklın maverasındadır. Bunun için. denilmiştir ki: «Herhangi bir iş konusunda alimlerle konuş, onların da özellikle akıllı alanlarıyla ... Yoksa o işi terk etmelisin. Çünkü ehl-i şehvet ile bir şey müşavere edilirse O şeyin sonu mutlaka hüsran, ve yenilgi olur.» Bunun için meleklerde sadece akıl vardır, şehvet yoktur.. Hayvanda sadece şehvet vardır. Ama insanda ise her ikisi de vardır. Şehvet tabii ve süfli bir sıfattır. Akıl ise ruhani ve yüce bir sıfattır. İlmin neticesidir, dolayısıyla ilim akıldan daha üstündür. İnsan çeşitli kuvvelerden mürekkebdir. Kimisi iyi, kimisi de kötüdür. Bir sıfat iki mertebede iki isimle anılır. Mesela: Akıl ve ruh aslında birdir. Fakat tecridi itibarıyla ruh, taalluk ve idrak itibarıyla da akıl denilir. İnsan şeref, kemal-i akl, ilim, kalp ve ruh yapısıyla insan olur. Tersine insanlıktan çıkması ise nefis, şehvet ve hevasına uymasıyla olur. Çünkü çeşitli zıt kuvvetleri bünyesinde toplayan insan, varlığındaki süfli duyguları bertaraf etmek zorundadır. İnsanın fıtratındahayır ile şer, celal He cemal ve 'lütuf' ile 'kahır' gibi zıt kuvvetler vardır ki, bundan dolayı insana 'kabzeteyn' denilmiştir. İşte insanın olgunlaşması ve tekamülü bu zıt kuvvetlerin çarpışmasıyle olur. Meleklerde ve ehl-i cennet olanlarda ise bu mü cahede ve çarpışmaya gerek kalmamıştır. Çünkü meleklerin, tabiati nurdandır. Cennet ise mücahede mahalli değil zevk ve sefa yeridir. Adem, (a.s) imtihan edilip şer mertebesin de akıl ve hakikat dairesinde aşk ve muhabetle mükerrem kılındı. Çünkü melekler ehl-i muhabbet ise de ehl-i aşk değildir.. Adem (a.s) ahve pişmanlık ehlidir, melekler ise sadece tesbih ve temhid ehlidir. Bunun için melek Adem'in parçasıdır. Nitekim d***** hastasını tedavi etmeye başlayınca evvela hastalığına zarar getirecek olan yiyeceklerden uzak durmasını tavsiye eder. Böylece hastalığa sebep olan yolları kapatmış olur. Denilmistir ki: «Perhiz bütün tedavilerin başıdır.» Salik'in halvete basladığı sırada nefsani şehevani hislerden arınması ve bunlardan uzaklaşması gerekir. Mürşid-i kamilin, müridini manevi tekamül ve tedaviye alması böyle olur. Doktorun hastasına birtakim yasaklar önermesi gibi. Bununla hastalığın önüne geçilmiş olur. Mesela bir insani zehirli yılan soksa ya da köpek ısırsa bu hastalığın önlenmesi için hayvanların öldürülmesi gerekir. Ayni şekil zararlı yiyeceklerden hasta korunmazsa iyileşmesi imkansızdır. Hindistan bölgesinde gibi bazıları hastayı hiçbir sey yememek sure iyileştirmek isterler. Anadolu yöresinde yolu ile tedavi yapılırdı. Mesela hazım için no hut ve benzeri şeyler yedirilirdi. Birinci metod daha etkilidir. Bundan sonra hastaya müshil yedirilerek içindeki zararlı maddeler de atılırdı. Dolayısıyla bünye hastalığa karşı savunma gücüne kavu şurdu. Böylece bünye eski halini alir. Çünkü bazı zararlı yiyeceklerin galebesiyle vücud zafiyete ugramıştır. İnsan dört unsurdan oluşur. Toprak, su, hava ve ateş. Bu dört unsurdan da çesitli tabii haller meydana gelmiştir. Sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutubet bunlardandır. Bu ikinci dört unsurdandegişik unsurlar hasıl olmustur. Mesela kan, balgam, sevda ve safra gibi. Bu tabii haller kullanıldığı miktar ve zamanına göre hastalık ve sihhate sebep olurlar. Bu zıt tabii hallerin birbirine karşı galibiyet ve mağlubiyetine göre hastalıklara zemin olur. En doğrusu insanın bunları itidal halinde tutmasıdır. Özellikle gençler bu gibi şeylere dikkat etmediğinden yaşlılıkta bunun kötü sonuçları ortaya çıkar fakat bundan sonra ilaç da fayda vermeyecektir.. Böylece dünyayı ahu zar içinde terk ederler. Bu anlattıklarımızda bize dersler vardır. Maddi hastalıklanmızdan manevi hastalıklanmızı hatırlamamız gereklidir. Çünkü Hakk'tan uzaklaşmak gibi büyük bir hastalık yoktur. Bunun tedavisi ise keşf ile ve tevhid-i efal ve sıfat ile hasıl olur. Bu da ancak bir maneviyat doktoruyla mümkün olabilir. Burada perhizden sonra alınması gerekke müshilden, maksat sürekli ve uzun süreli zikirdir. Nasil ki, müshil şerbeti bünyedeki bütün zararlı maddeleri söküp aıiyorsa, sürekli zikir aynı şekilde kalpteki bütün tabii ve nefsani hastalıkları temizleyip müridin derununu hastalıklardan arındırır. Çünkü masiva her zaman karanlığı, zikir ise nur ve ışığı temsil eder. Güneşin doğmasıyla karanlıktan eser kalmadığı gibi zikir nuru geldiği zaman da şerden ve karanlıktan eser kalmayacaktır. Buna sabah-i tecelli denmiştir. Zikir burada sürekli olmakla mukayyed kılınmıştrr. Çünkü arada kopukluk olan zikir yeterli randuman vermez. 'İlk fetih' (kalbin, açılışı) kişilerde farklılık arz edebilir. Mürşidin kontrolü altında on veya onbeş gün sürer. Bu, mürsidin gözetimi altında yapılmalıdır. Aksi takdirde kimse kendisinin yükseldiğini veya düstüğünü anlayamaz. Son fetih ise on sene ve belki daha fazla bir zaman alabilir. Çünkü bunda herbiri uzun süre alan merhaleler vardir: Tevhid, tecri tefrid, enfüs ve afak. Bunların herbiri tertib tedric üzerine yapılmalıdır. Bütün bunlar uzun bir süre alir. Fena makamından sonra kırk yıl sürebilir. Bundan sonra beka ile yirmi üç yıl ancak nihayetin nihayetine ulaşmak mümkündür. Öyleyse birkaç keşf ve tecelli vakıası yaşayan artık iş bitti sanıp, aldanmasın. Burada yol çok uzundur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Tasavvuf - Zühd - 2. Bölüm CUMHUR Tasavvuf 0 03-27-2008 23:43
Tasavvuf On Esas - 1. Bölüm CUMHUR Tasavvuf 0 03-27-2008 23:41


WEZ Format +3. Şuan Saat: 23:32 - Tarih: 04-19-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.