Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=KUR'AN-I KERİM=-- > Kur'an-ı Kerim

Kur'an-ı Kerim Kur'an-ı Kerim Hakkında Genel..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 12-26-2011, 20:58
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Kur’an’a Dokunmak…

Allah Tealâ bir ayet-i kerimede Kur’an-ı Kerim’le ilgili olarak şöyle buyurur:

“Şüphesiz bu, değerli bir Kur’an’dır, korunmuş bir kitaptır. Ona ancak temizlenmiş olanlar dokunabilir.” (Vâkıa, 77-79)

Bu ayetlerden maksat Allah’ın murad ettiği engin manalardır. Söz konusu ayetlerle ilgili olarak bu kulun kıt aklına gelen, Kur’an’da saklı bulunan ilâhi sırları, ancak iç dünyalarını beşerî alakalardan arındırmış olan kimselerin keşfedebileceğidir. Arınmış insanların nasibi Kur’an’ın sırlarını keşfedebilmek ise, diğerlerinin nasibi nedir acaba!

Bu ayetten çıkartabileceğimiz bir başka işaret de, Kur’an’ı okumaya ancak nefslerini boş ve zararlı heveslerden temizlemiş olan ve gizli-açık bütün şirk çeşitlerinden, dış ve iç alemdeki bütün sahte ilâhlardan arındırmış bulunan kimseler layıktır. Bunun izahı şöyledir. Seyr u sülûke yeni başlamış olan kimselere uygun olan zikirle meşgul olmaları ve Allah’tan başka zihinlerinde bir şey kalmayıncaya kadar Allah’ın dışındaki şeyleri gönüllerinden kazımaya çalışmalarıdır. O hale gelmeliler ki, kendilerine Allah’ın dışındaki şeyler zorla hatırlatılmaya çalışılacak olsa bile, bunları yine de hatırlamamalıdırlar.

İşte seyr u sülûke yeni başlayanlar bu vesileyle şirkten, enfüsî ve âfâkî ilâhlardan arındıkları zaman zikir yerine Kur’an okumaya layık olabilir ve bundan böyle manevi yükselişlerini Kur’an tilavetiyle gerçekleştirebilirler. Anlatılan hale varmadan Kur’an okumak salih kulların işidir. Fakat bu hale ulaştıktan sonra Kur’an okumak ise “mukarreb” (Allah’a yakın) kulların işidir. Nitekim bundan önce zikirle uğraşmak da mukarreb kulların işidir.

Sonuç olarak salih kulların işi ibadet ağırlıklıdır, mukarreb olanların işi ise tefekkür ağırlıklıdır. Herhalde şu hadis-i şerifi işitmiş olmalısınız: “Bir anlık tefekkür bir –veya yetmiş– senelik ibadetten daha hayırlıdır.”

Tefekkür, bâtılı bırakıp hakka yönelmektir. Salih kullarla Mevlâ’ya yakınlık kazanmış mukarreb kullar arasındaki fark, sözünü ettiğimiz ibadetle tefekkür arasındaki farktır. Fakat şunu belirtelim ki, mukarreblerin işi olduğunu söylediğimiz zikir, kâmil ve mükemmil (kemale erdiren) bir şeyhten alınan zikirdir. Bu zikirden maksat da tasavvuf eğitimidir.

Zikir Nedir?

Zikir demek, hangi yolla olabiliyorsa onunla gafletten kurtulmak, gafleti kovmak demektir. Zikir, bazılarının zannettiği gibi, nefiy ve ispat kelimelerinden ibaret “lâ ilâhe illallah” veya “Allah” lafzını tekrar etmekten ibaret değildir.

Allah Tealâ’nın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak için yapılan her şey zikre dahildir. Şartlarına uyularak yapılan alışveriş de zikirdir. Yine şartlarına uyularak yerine getirilen evlilik, boşanma da zikirdir. Sayılan bu tür işlemleri yapan kimse, bu işler için konulan şartlara uyarken, bu emir ve yasakların sahibinin Allah Tealâ olduğunu gözünün önüne getirir. Bu da gaflete düşmesine engel olur. Ancak Allah Tealâ’nın bizzat ismi ile yapılan zikir daha süratli tesir eder ve O’nun sevgisini doğurur ve maksada çabuk kavuşturur.

Ayrıca Allah Tealâ’nın ismi ve sıfatları ile yapılan zikir, dinin sınırlarını gözeterek yapılan zikre de bir vesiledir. Zira dinin sahibine tam muhabbet duymadıkça, her işte dinin hükümlerine tam teslimiyet sağlamak kolay değildir. Bu tam muhabbet ise Allah Tealâ’nın isim ve sıfatlarını zikretmeye bağlıdır. Öyle ise önce bu zikre devam etmek gerekir ki, peşinden diğer zikir gelsin. Evet, Allah Tealâ’nın bizzat inayet etmesi ayrı bir şeydir. Orada ne şart ne vesile aranır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurur: “Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni hidayete erdirir.” (Şûrâ, 13)

Görüntüler ve Gerçekler

Allah Tealâ’ya hamd, seçmiş olduğu kullarına selam olsun.

Dinin (şeriatın) bir dışı (sureti) bir de içi (hakikati) vardır. Dinin dışı Allah Tealâ’ya, Rasulü’ne ve O’nun Allah Tealâ’dan getirmiş olduğu esaslara iman ettikten sonra dinin emirlerini yerine getirmektir. İnsan nefsinin yapısında var olan nefs-i emmarenin itirazı, çekincesi, azgınlığı ve inkârcılığı ile beraber olan iman, şeklî (görünürdeki) imandır. Bu sıfatlarla beraber yerine getirilen namaz ve oruç da böyledir; şeklî namaz ve oruçtur. Dinin yerine getirilen diğer emir ve hükümleri de böyle değerlendirilmelidir. Zira nefs, insanın temelini oluşturur. İnsan “ben” derken, kâfirliğine ve inkârcılığına rağmen bu nefse vurgu yapmaktadır. Böyle bir nefsten hakiki anlamda iman ve gerçek manada salih ameller nasıl beklenebilir?

Cenab-ı Hak rahmetinin bir parçası olarak şekilden ibaret olarak yapılan bu ibadetleri kabul buyurmakta, hoşnutluk ve rahmetinin mahalli olan cennet ile müjdelemektedir. Allah Tealâ’nın mücerret bir imanı kabul edip, nefsin boyun eğmesini şart koşmaması O’nun bir ihsanıdır. Gerçi cennetin de bir sureti bir de hakikati vardır. Suretçiler suretten ibaret cennet ile lezzet bulurken, hakikate sahip olanlar hakiki cennetin tadına varırlar. Suretçilerin ve hakikate sahip olanların her biri cennet meyvelerinden devşirirler, ancak suretçilerin alacağı lezzet ile hakikate sahip olanların alacağı lezzet farklı olacaktır.

Müminlerin anneleri olan Efendimiz’in pak hanımları aynı cennette Peygamber s.a.v. Efendimiz ile beraber olacaklardır. O’nunla beraber aynı meyveyi yiyeceklerdir. Ancak herkesin aldığı lezzet ve hissettiği tat kendine özgü olacaktır. Aksi halde, müminlerin annelerinin Peygamber s.a.v. Efendimiz’den sonra bütün insanlardan üstün olmaları gerekirdi. Bu aynı zamanda, başka birinden üstün olan kişinin hanımının da o kimseden üstün olmasını gerektirirdi. Zira koca, hanımı ile birleşmiş ve imtizaç etmiştir.

İstikamete sahip olmak şartıyla, şeriatın suretini yaşamak hem ahiret felahına sebep, hem de ahiret kurtuluşuna bir vesiledir. Yukarıda da geçtiği gibi, sahibinin cennete girmesini sağlar. Şeriatın sureti meydana gelince umumi manada velayet elde edilmiş olur.

Özetle, dinin hem sureti hem de hakikati gereklidir. Zira bütün velayet ve nübüvvet kemâlâtının ana esasları şeriatın hükümleridir. Velayetin kemâlâtı, dinin suretine uymanın neticesidir. Nübüvvetin kemâlâtı ise dinin hakikatinin meyveleridir.

yazar:ali kaya
semerkand yayın

alıntı....
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kur’an-ı Kerim’e Yaptığımız Saygısızlığın Farkında mıyız ? CUMHUR Makaleler 0 11-20-2011 22:09
Modern Hayatın ‘’ İndirgemeci ‘’ Tasavvuru HİCRET Serbest Kürsü 0 09-22-2011 01:13
Kur’an’da Unutkanlık Tedavisi CUMHUR Kur'an-ı Kerim 0 08-23-2011 14:47
Akif’in Kur'an Meali Kahire’de niçin yakıldı? CUMHUR Makaleler 0 03-26-2011 21:48
Kur’an’a göre İblis’in isyanı nasıl olmuştur TÜRKER Şeytan 0 05-14-2008 14:17


WEZ Format +3. Şuan Saat: 11:26 - Tarih: 03-28-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.