Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=Tarih - Sağlık - İlgi Alanları=-- > Türk ve İslam Tarihi > Türk Tarihi

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 01-26-2018, 15:55
SaRey - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
SaRey SaRey isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2018
Mesajlar: 690
Standart Hz. Muhammed'in Türk Hakanı’na Yazdığı Mektup

Hz. Peygamber’in diğer bazı uluslar hakkında olduğu gibi Türkler hakkında da birçok hadisi ve Türkler hakkında kendisine nispet edilen birçok rivayet bulunmaktadır. Ki; bu rivayetlerin, İslami literatürde “Güvenilir kaynak” olarak kabul edilen bazı hadis kitaplarında da bulunuyor olması, bu sözlerin Hz. Peygamber’e ait olduğu konusunda doğması muhtemel şüpheleri büsbütün ortadan kaldırmaktadır. Aksi durumda; bu tür kaynaklarda bulunan ve en önemlisi de birçok dini hükme mesnet teşkil eden diğer hadislerin de sahte olduğu akla gelir ki; bu da meseleyi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirir. Dolayısıyla; bizim kanaatimize göre de Hz. Peygamber’in Türkler hakkında söylediği belirtilen sözlerin en azından önemli bir kısmı kesinlikle sahihtir.

Hz. Peygamber’in Türkler hakkındaki hadislerinden en bilineni ve en meşhur olanı İmam Taberâni’nin “Mu’cem’ül-Kebir” isimli eserinde de bulunan “Türkler size dokunmadıkça sakın siz de Türklere dokunmayınız. Çünkü Allah’ın ümmetime vermiş olduğu bu mülk ve saltanat nimetini ilk defa bu Kantura oğulları onların elinden çekip alacaklardır” şeklindeki hadistir. Türkler hakkında söylenen ve Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk isimli eserinde bulunan bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: “Türk dilini öğreniniz, çünkü Türlerin çok uzun sürecek bir hâkimiyetleri vardır…”.

Hz. Peygamber’in Türkler hakkında söylediği bir başka hadis ise şöyledir: “Kırmızı yüzlü ve yüzleri sanki örs üstünde dövülmüş ve derilerle kılıflı kalkanlar gibi (sağlam, geniş ve heybetli) TÜRKLER’e müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, insanlar öfkelerinden çatlasa da Allah onlara hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada ne isterlerse verecek ve onları kesinlikle mükâfatlandıracaktır”.

Kaşgarlı Mahmut’un yukarıda ismi zikredilen eserinde bulunan ve ”Kutsi Hadis” tabir edilen bir başka hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Ulu ve Aziz olan Allah diyor ki; Benim Türk ismini verdiğim ve doğuda yerleştirdiğim bir takım askerim vardır ki, her hangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam o Türk askerimi işte o kavmin üstüne saldırtırım.”

Bu hadislerde dikkati çeken yegâne ortak nokta, Hz. Peygamber’in, Türkleri yakından tanıdığı, onların karakterlerini yakından müşahede ettiğidir. Bu iş nasıl olmuştur? Bunun elbette türlü yolları vardır. Öncelikle Hz. Peygamber, en azından kendisine peygamberlik verilinceye kadar ticaretle meşgul olmuştur ve bu vesileyle doğudaki Basra körfezi taraflarına ve Kuzeyde Şam taraflarına yapmış olduğu yolculuklarda Türkleri yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Zira diğer milletlere mensup birçok tüccar gibi Türk tüccarlar da bu tür pazarlara gelip Asya içlerinden getirdikleri malları bu pazarlarda satıyorlardı. Mekke ise İslami dönemden çok önceki tarihlerden beri bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra aynı zamanda bir hac merkeziydi. Türk tüccarları ve misyonerleri de muhtemelen ta Mekke’ye kadar geliyorlardı. Birçok kaynakta (Örn. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın eserlerinde) bulunan “Hz. Peygamberin, Türk yapımı bir zırh ve kılıç kullandığı sefer esnasında ise yine Türk imalatı bir çadır kullandığı…” şeklinde verilen bilgiler de bizim bu kanaatlerimizi doğrular niteliktedir. Anlaşılan Türklerle Araplar, çok eski devirlerden beri en azından ticari ilişki içinde idiler. Yani Araplar, Cahiliye döneminde bile Türkleri az-çok tanıyorlardı.

Ayrıca o dönemde sayıları çok az da olsa, muhtemelen Mekke’ye yerleşmiş Türk soylu insanlar bulunuyordu ki; Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, o dönemde Mekke’de meskûn olup, Hz. Peygamber’le ilişkileri bulunan Süreyc ailesinin Türkistan kökenli Türklere mensup olduğunu, ayrıca İslam’ın ilk kadın şehidi Hz. Sümeyye’nin de yine Türk olduğunu belirtmektedir. Hz. Peygamber’in, Türkler ve onların üstün karakterleri hakkındaki kanaatlerinin oluşmasında hiç şüphesiz, Türkler hakkında anlatılan efsanelerin, destanların, darbı mesellerin ve diğer rivayetlerin de payı bulunmaktadır. Çünkü Türkler, Hz. Peygamber döneminden yüzlerce yıl önce Ortadoğu bölgesine kadar yıldırım hızıyla akınlar yapmış, arkalarında birçok efsane ve kalıntılar bırakarak Türkistan bölgesine çekilmişlerdir.

Arap Müellifi El-Câhiz, II. İslam Halifesi Hz. Ömer’in Türkleri işaret ederek şöyle dediğini belirtmektedir: “Bu zararı çok, elde edilecek ganimeti az bir düşmandır”. El-Câhiz, buradan hareketle diyor ki; “Ömer, bu şekilde en iyi bir kinâye ile onlara taarruzdan menetmiştir. Araplar, çetin düşmanlık hususunda darb-ı mesel irâd ederlerse ‘Onlar mutlaka Türkler ve Deylemlilerdir’ derler”.
Anlaşılacağı üzere; tıpkı Hz. Peygamber gibi, halife Hz. Ömer de Türkleri yakından tanıyan birisidir. Aksi halde, hiç tanımadığı insanlar hakkında “Çetin Düşman” tanımlaması yapamazdı. Hz. Ömer’in “Düşman” tabirinden anlaşılması gereken şey, “siyasi ve askeri güç” olsa gerekir. Yoksa Hz. Ömer, durduk yerde Türkleri neden düşman olarak tanıtıp, tanımlasın ki…

M.776-869 yılları arasında yaşamış olmakla, Asr-ı Saadet dönemine yakın çağlarda yaşama ve en azından Hz. Peygamber’in sahabelerini gören kişileri görme şansını yakalaması muhtemel olan (yani Taba’it Tabiîn’den olan) El-Câhiz, Türklerin karakterleri hakkında elbette Hz. Peygamber ve sahabe döneminde de bilinen şu hakikatleri söylemektedir.

“Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riyâ, dostlarına karşı kibr, arkadaşlarına karşı fenalık, bid’ât nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hîle-i şeriyye ve başkalarının malını helal saymazlar…”(35). Görüldüğü gibi el-Câhiz’in, Türklerin karakterleri hakkında söyledikleri tamamıyla İslam’ın da yasak edip, kötü saydığı hareketlerdir. Yani, El-Câhiz’in Türkler için yaptığı tanımlamalar, Allah’ın ve O’nun peygamberinin bir Müslüman’da bulunmasını salık verdiği hususiyetlerdir. Bunun sadece bir anlamı vardır, o da Türklerin, zaten bir tür Tevhid Dini olan “Gök Tengri” dinine mensup olmakla, İslam’ın özünü teşkil eden bu tür davranış kalıplarını, İslam’dan çok önceki devirlerden beri yaşıyor ve yaşatıyor olmalarıydı.

El-Câhiz’in, kitabında yer verdiği ve Türkistan’a yönelik seferde bulunan Arap İslam Orduları Kumandanı ve Arapların Horasan Valisi Cüneyd b. Abdurrahman ile Türk Hakanı arasında geçen diyaloga ilişkin bilgiler de gösteriyor ki; Türkler, İslam’ın yasak ettiği veya caiz gördüğü pek çok şeyi, esasen şu ya da bu şekilde kendi sosyal hayatlarına uyguluyorlardı.

Özetle; İslam’ın ilk devirlerinden, hatta İslam öncesi devirlerden beri Arabistan yarımadasında yaşayan insanlar, Türkler hakkında belli bir bilgiye, düşünceye ve kanaate sahiplerdi. Böyle bir kültür dairesinde yetişen Hz. Peygamber de Türkler hakkında oldukça yeterli bir bilgiye sahip bulunuyordu. Esasen temel görevi hak dinini tebliğ ve yaymak olan bir insanın, diğer milletler hakkında bilgi edinmemesi ve bilgi toplamaması akla ve mantığa da aykırıdır.

Öte yandan Hz. Peygamberin, sağlığında Arap yarım adasında bulunan bazı kabile reisleri ile Habeş Necaşisi Eshame (veya Asame) ve Mısır Hükümdarı Mukavkıs’ın yanı sıra Türklerin sürekli mücadele ve siyasi rekabet içinde bulundukları Bizans’ın o dönemdeki İmparatoru Herakleos’a ve İran Kisrası’na da mektup ve elçiler gönderdiği bilinmektedir. Hal böyle iken Hz. Peygamberin, mektup ve elçiler göndererek İslâm’a davet ettiği bu iki süper güçle aynı anda mücadele etmekte olan kendi çağdaşı durumundaki Batı Göktürk Devleti’ne karşı kayıtsız kalması akla uygun mudur? En azından bizim kanaatimize göre; asla uygun değildir.

Hz. Peygamber’in söz konusu mektupları M.628 yılı civarında gönderdiği kabul edilmektedir. O dönemde Batı Göktürkleri’nin başında Tardu’nun küçük torunu Tong Yabgu Kağan vardır ve devlet oldukça güçlüdür. Onun 628 yılındaki vefatıyla Göktürkler parçalanıp zayıflamaya başlamışlardır ama bu arada Türgişler ve Karluklar güçlenmeye başlamışlardır. Dolayısıyla; Bahreyn Emiri Münzir b. Sava, Gassani Emiri Hâris b. Ebû Şimr ve Yemâme Hâkimi Hevze b. Ali Hanefî gibi sıradan kabile reislerine bile benzer mektuplar gönderen Hz. Peygamber’in, o dönemde bile hâlâ siyasi bir güç olarak M.659 yılına kadar bağımsızlığını koruyan üstelik de I.Hüsrev Perviz yönetimindeki Sasaniler’in sınır komşusu olan Batı Göktürkleri’ni ve onun yerini almakta olan Türgişleri ve Karlukları görmezden gelmesi düşünülemez!

Bizim tahminimiz ve hatta kanaatimiz, Hz. Peygamberin kendi çağdaşı olan Batı Göktürk Devleti ve onun yerini almakta olan Türgiş ve Karluklar hakkında bilgi sahibi olduğu, hatta diğer hükümdar ve imparatorlar gibi en azından Batı Göktürk Hakanı’na da bu kabil bir elçi veya mektup gönderdiği yönündedir.
Eğer böyle olmasaydı, hiç bu savaşçı kavme karşı kışkırtıcı hareketlerden kaçınılması konusunda arkadaşlarına ve askerlerine özellikle tavsiyelerde bulunur muydu? Dolayısıyla biz “Türkler size dokunmadığı sürece siz de onlara dokunmayın.” şeklinde rivayet edilen hadis-i şerifin sahih hadis olduğunu düşünüyoruz. Hem bu hadisin sahih olduğuna, hem de Kur’an’da Mâide suresinin 54. âyetinde bahsedilen kavmin Türkler olduğuna inanıyoruz.

Belki akıllara “Madem Hz. Peygamber, Sasani ve Bizans ordularıyla aynı anda mücadele etmekle Anadolu’ya kadar uzanan Türk Hakanı’na da mektup gönderdi o zaman bu mektup nerede? Diğer hükümdarlara gönderilen mektuplar bugün elimizde olduğu halde, Türk Hakanı’na gönderilen mektup neden ortada yoktur?” şeklinde bir soru gelebilir. Bu soruya karşı şu türlü cevapla verilebilir:

Abbasilerin son dönemlerinden itibaren Arapları hâkimiyetleri altına alan Türklere karşı oluşan tarihi Arap kini, Türk Hakanı’na yazılan mektubu ya da mektupları özellikle yok etmiş olamaz mı?
Zira Abbasiler dönemiyle birlikte başlayan Türklerin önlenemez yükselişi, Türk düşmanlığını da beraberinde getirmiştir. Özellikle Araplar ve Farisiler, Türkler aleyhine olmak üzere Halife ve vezirler nezdinde sürekli iftira ve karalama kampanyalarında bulunmuşlar, bu kampanyalar sonucunda devletin zirvesine çıkan hiçbir Türk, zirvede iken kendi eceliyle ölme bahtiyarlığına ulaşamamıştır! Devletin önemli görevlerini üstlenmiş hemen bütün Türk Devlet Adamları, ya öldürülmüştür, ya hapse atılarak ölüme terkedilmiştir, ya da çok daha önemsiz görevlere atanarak gözden çıkarılmışlardır.

Abbasiler döneminde önemli görevler üstlenen bu devlet adamlarından bazıları şunlardır; Süleyman b. Sûl, Muhammed b. Sûl, Hammad et-Türkî, Züheyr et-Türkî, Mübarek et-Türkî, Yahya b. Da’ud el-Hursi, Ebu Süleym Ferec el-Hadim et-Türkî, Afşin Haydar b. Kavus, Aşnas et-Türkî, İnak et-Türkîî, Boğa el-Kebir et-Türkî, Ubeydullah b. Yahya b. Hakan et-Türki, Vasif et-Türki. Bunlardan sadece Aşnas Et Türkî, eceliyle ölmüştür ve öldüğünde Abbasi Ordularının başkumandanıdır. Diğerlerinin hemen tamamı hile ve desiselerle ya öldürülmüş, ya hapse atılmış, ya da uzak illere sürülmüşlerdir.


Yrd. Doç. Dr. Ekrem Pamukçu’nun “Bağdatta İlk Türkler” isimli kitabı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1994.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Şef Seattle'in Başkana Yazdığı Mektup SaRey Dünya Tarihi 0 01-19-2018 19:22
Atıf Hoca'nın yazdığı son mektup TÜRKER Türkiye'den Haberler 2 12-04-2011 19:21
Hz Muhammed (s.a.v) e Mektup CUMHUR Resul-i Ekrem (S.a.v) Efendimiz Hayatı 0 05-28-2011 19:16
klasik türk şiirinde Hz.MUHAMMED CUMHUR Makaleler 0 05-14-2010 17:08
8 yaşındaki çocuğun Bediüzzaman Hazretlerine yazdığı mektup erdalunducu Asa-yı Musa 0 06-12-2008 03:41


WEZ Format +3. Şuan Saat: 21:31 - Tarih: 04-18-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.