Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=Genel Dini Bölüm=-- > Tasavvuf > İmam-ı Rabbani Hz

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 01-12-2009, 19:26
Yağmur
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart İnsanın Yaratılış Maksadı-İmam Rabbani

İnsanın Yaradılış Maksadı

Ey Oğul!
Tüm mevcûdatın hulâsası olan insanın yaratılmasından maksat; oyun ve eğlence değildir. Yemek, içmek ve uyumak da değildir. Onun yaratılışından maksat; kulluk vazifelerini yerine getirmek, zül, boyun bükme, acziyet, iftikâr ve Saltanatı yüce olan Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine devamlı iltica ve tazarrudur.
Şerîat-ı Muhammedîyye’nin söylediği ibadetleri edâ etmekten maksat; kulların menfaatleri ve maslahatlarıdır. Yoksa bunların hiç biri, Şânı yüce olan Cenâb-ı Kudsî Teâlâ hazretlerinin yararına değildir. O halde bu ibadetleri gayet memnuniyetle eda etmek; bu emirlere boyun eğip sarılmak ve yasaklardan uzaklaşmak konusunda da elden geldiğince çalışıp çabalamak gerekir.
Sübhan olan Allah-ü Teâlâ mutlak olarak hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, emirler ve nehiyler koymakla kullarına ikramda bulunmuştur. Öyleyse bu nimete tam manasıyla şükretmemiz, O’nun hükümlerine sarılma konusunda kemâli memnuniyetle çalışmamız gerekir.
Ey Oğul!
Bilmiş ol ki; zâhirî bir güce ve surette bir makam ve mevkiye sahip olan dünya ehlinden bir kimse, emrinde bulunanlardan birine, bir iş vererek iyilik yapsa; o iyilikten bu işin yapılmasını isteyen kişide fayda görür.
Bu işi yapan kişi ise; kendisine verilen bu işi çok yüce kabul ederek der ki: “Kadr-u kıymeti olan filan saygın şahıs bana bu işi yapmamı emretti. Öyleyse bana düşen memnuniyetle bu işi yerine getirmektir. Hangi belâ inerse insin, hangi musibet isabet ederse etsin…”
(Durum böyle olunca) Şanı Yüce olan Allah’ın büyüklüğü, bu âciz şahsın büyüklüğünden daha mı azdır ki, Hak Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek için gerektiği şekilde çaba harcanmıyor. Bu durumdan utanmak ve tavşan uykusundan uyanmak gerekir.
Saltanatı Yüce olan Allah-ü Teâlâ’nın emirlerine uymamanın iki sebebi olabilir:
1 – O kişi ya o Şeriatın getirdiği haberleri yalanlıyordur.
2 – Ya da Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emrini, dünya ehlinin emrinin büyüklüğünden daha düşük görüyordur. O takdirde, her iki işin de ne kadar çirkin olduğunu iyi düşünmek gerekir.
Ey Oğul!
Yalan söylediği defalarca tecrübe edilmiş olan bir şahıs; “düşmanlar bir kavmi tamamen işgal etmek için hücum hazırlığındalar” diye haber verse, o toplumdaki akıllı insanlar, bunu söyleyen kişinin “yalancı” olduğunu bildikleri halde yurtlarını muhafaza etmeye ve bu belayı def etmeye çaba sarfederler. Çünkü kendisinde tehlike olan şeyden korunmak lazımdır.
Muhbir-i Sâdık olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) âhiret azabını açık bir şekilde haber vermiştir. Bununla beraber insanlar bundan hiç etkilenmediler. Eğer etkilenmiş olsalardı elbette rahatsız olurlar ve âhiret azabından korunmanın yollarını ararlardı.
Hem de Muhbir-i Sadık olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in açıklamalarıyla, bu azaptan kurtulmanın ilacını biliyorlar.
Muhbir-i Sâdık (hep doğruyu haber veren) Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in getirmiş olduğu habere, bir yalancının getirdiği haber kadar değer vermeyen bir îmân, ne kötü bir îmândır.
İslam’ın sureti, insanın kurtuluşunda hiçbir fayda sağlamaz. Bilakis kurtuluşun hasıl olması için “yakîn”i tahsil etmek lazımdır. Ama yakîn nerede? Bırakın yakîni, zan, hatta vehim bile yok. Çünkü akıllı kimseler, kendisinde tehlike ve korku ihtimali söz konusu olan durumlarda vehme de itibar edip tedbir alırlar.
Yine bu konuda, Allah-ü Teâlâ Kitab-ı Mecid’inde şöyle buyurur: “Allâh yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hucurât, 1
Buna rağmen insanlar bu çirkin işleri yapıyorlar. Halbuki onlar, yapmış olduğu şeylerden hakir bir kimsenin haberdar olduğunu hissetseler, o çirkin işi asla yapmazlardı.
Hali bu anlatıldığı gibi olanların durumu, şu iki şeyden hâlî değildir :
1 – Ya, Sübhan olan Hak’kın haberini yalanlıyorlar.
2 – Ya da yaptıkları işlere Allah-ü Teâlâ’nın muttali olduğuna itibar etmiyorlar.
Öyleyse bu durum îmândan mıdır, yoksa küfürden mi? Hali böyle olan birinin, imanını yenilemesi gerekir. Nitekim bu manada Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki: “İmanınızı ‘La ilâhe illallah’ sözüyle yenileyiniz”
Ayrıca bu kimse; Sübhan olan Allah’ın razı olmadığı işlerden Nasuh tövbesiyle dönmesi, yasak edilen haram işlerden kaçınması, beş vakit namazı da cemaatle eda etmesi gerekir. Eğer mümkün olursa gece kalkıp teheccüd namazı kılmalıdır. Teheccüd namazı kılmak ne büyük bir saadettir.
Malların zekatını vermek de İslam’ın rükünlerindendir ve mutlaka eda edilmelidir. Zekatı vermenin en kolay yolu; her sene zekat niyetiyle, fakirlerin hakkı olan malı bir kenara ayırarak muhafaza etmeli ve sene boyunca zekatın verileceği yerlere vermelidir. Bu takdirde, zekât verirken her defasında niyet etmek gerekmez. İlk başta zekat niyetiyle malı ayırırken ettiği niyet kifayet eder.
Şu mâlumdur ki; kişi sene boyunca fakirlere ve zekat almaya müstehak olanlara verdiği malın miktarı ne kadar olursa olsun, eğer zekat vermek niyetiyle olmazsa, bu verilenler zekattan sayılmaz. Ama yukarıda belirtilen şekilde olursa, zekat borcu zimmetten düşmüş olur; hiçbir sıkıntıya girmeden de yerlerine verilmiş olur.
Eğer sene boyunca ayrılan zekat miktarının hepsi fakirlere sarf edilememiş ve bir miktar zekat malı kalmışsa, aynı şekilde onu da diğer mallardan ayrı şekilde saklamalıdır. Her sene bu şekilde uygulama yapmalıdır. Fakirlere verilecek olan mallar ayrılıp bir kenara konulmuş olursa, bu gün vermek mümkün olmasa da, yarın verilmesi için başarı hasıl olur.
Ey Oğul!
Nefis bizatihi çok cimridir ve Allah Teâlâ’nın hükümlerini yerine getirmekten daima kaçar. Dolayısıyla söz rifkatle ve yumuşaklıkla sâdır oluyor. Yoksa mallar, mülkler hepsi Allah’ın hakkıdır. Malı bekletmede, vermeyi ertelemede kulun ne mecali olabilir. Bilakis kulun zekatını tam bir memnuniyetle edâ etmesi gerekir.
Aynı şekilde nefsin arzularına uyup ibadetleri eda etmekte gevşek davranmamak gerekir.
Kul haklarını ödemek için âzamî gayret gösterip çaba sarf etmelidir, tâ ki zimmetinde herhangi birinin hakkı kalmasın. Çünkü burada, yani dünyada kul hakkını ödemek kolaydır. Şöyle ki yumuşaklıkla ve tatlı sözlerle helallik alıp o haktan kurtulmak mümkün olabilir. Ama bu hak ahirete kalırsa, iş güçleşir, çare bulmak kabil olmaz.
Şer’î hükümleri açıklama işini ve fetvâlar, ahiret ulemasından sormak gerekir. Çünkü onların sözü tesirli olur ve onların nefeslerinin bereketiyle, o hükümlerle amel etmede muvaffakiyet hasıl olması umulur.
İlmi, dünyalık makam mevki edinmeye vesile olarak kullanan “dünya âlimlerinden” kaçınmak gerekir. Ancak takva ehli âlimler bulunmadığında, onlara zarûreten ve zarûretin gerektirdiği kadar müracaat edilebilir.
Ey Oğul!
Dünya ehli ile bizim ne işimiz olabilir ve aramızda ne tür bir ilişki olabilir ki onların iyiliğinden ya da kötülüğünden sözedelim.
Bu konudaki şer’î nasihatler en tamam ve en mükemmel şekilde vârid olmuştur. “..Tam ve kâmil huccet, Allâh’ındır” (Enam, 149) Bilmiş olasın ki; bu nasihatlerin ve meselelerin çoğu o gence ulaştı ve kulağına gitti. Fakat maksad amel etmektir, sadece ilim değildir. Bir hasta, hastalığının ilacını bilmesi ona fayda vermez, o ilacı kullanmadıkça şifa hasıl olmaz.
Bütün bu teyitler ve ısrarlar “amelin” öneminden dolayıdır. Çünkü amelden soyulmuş olan ilim, kıyamet günü sahibinin aleyhine delil olacaktır. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur. “Kıyâmet günü, insanların en şiddetli azaba uğrayacak olanı, Allahın kendisine ilminden fayda vermediği kimsedir.” Bu genç bilmeli ki daha önceki intisâbı; cem’iyyet ehli ile olan sohbetinin azlığı sebebiyle semere vermemiş olsa bile, kendisinde bu yolda ilerlemeye elverişli güzel bir istidat cevherinin bulunduğunu haber veriyor. Bu intisâbının bereketiyle, Allah Subhânehû’nun onu razı olduğu şeylere muvaffak edip, ehl-i necâttan (kurtulanlardan) kılmasını umarız.
Her hâlükârda bu tâifenin muhabbet ilmeğinden sıyrılmamak ve bu topluluğa sığınmayı ve yalvarmayı şiar edinmek gerekir. Ve bu tâifenin muhabbeti sebebiyle Hak Subhânehû’nun muhabbetiyle şerefyab olmayı ve neticede; Mevla’nın onu kendisine tamamen cezbetmesini ve onu bütün kirlerden ve çirkinliklerden kurtarmasını beklemek gerekir.

Aşk öyle bir ateştir ki;
Bakî olan sevgiliden başka her şeyi yakıp kül eder”

Konu Yağmur tarafından (02-06-2013 Saat 17:22 ) değiştirilmiştir..
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 01-12-2009, 21:22
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart

eline sağlık kardeşim...çocuklarıma her zaman hatırlattığım ALLAH'tan gerçekten korkup dört ele sarılın.....O'dan başka sarılacağımız bir kapı yok....sağlıcakla....
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İnsanın Ahirete Götürdüklere WebM@ster Ahiret ve Kıyamet 0 07-02-2008 22:15
İmam-ı Gazâlî ve Tasavvuf kutlu Tasavvuf 0 05-15-2008 16:29
İmam -papaz - Haham CUMHUR Fıkralar (: 0 04-02-2008 19:39


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:50 - Tarih: 03-29-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.