#1
|
||||
|
||||
Tasavvuf - Teveccüh - 7.Bölüm
TEVECCÜH
Tamamen Allah'a yönelmek demek O'nun dışındakilere çağıran her seyi tıpkı bir ölü gibi terk etmektir. Burada salik, sadece Allah'i ister. Onun dışında ne bir mahbub, ne matlub ve ne de bir maksadı vardır. İnsanın Allah' a yönelişi bir insanın öldükten sonraki eşyaya karşı olan tavrına benzetiliyor. Gerçekten böyle olmazsa insan kendisini tamamen O'na veremez. Onun için hiçbir şeye karşı ilgi ve istek duymak yoktur artık. Buna çocuk, kadın, mal hatta Kabe ve benzeri yerleri ziyaret etmek bile dahildir. Kısacasi salik'in kendini masiva ile olan her türlü ilişkilerinden koruması gerekir. Hatta zahiri ve batını ilim ve kanunlardan bile kalbini tecrid etmesi gerekir. Çünkü zahiri ilim salik'in dünyası, batıni ilim ise onun ahireti gibidir. Dolayisiyla süfinin kendini dünya ve ahiret ile olan ilişkilerinden kurtarıp tamamen Allah'a tahsis etmesi gerekir. Bu mertebedeki birine bütün peygamberlerin ve velilerin makamları kendisine teklif edilse onlara bir an bile iltifat etmez, ilgi göstermez. Çünkü (manevi) makam, mevki aşkı ve ilgisi insani Allah'a giden yoldan alıkoyar. Bunun için salik kendini bu gibi düsüncelerden ve belki de Hakk'ı bile istemekten hazer etmek gerekir. Çünkü cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de: "Allah sizi kendi nefsinden sakındırır " (AI-i İmran, 28). Çünkü Allah'ı sevme bile O'na giden yolu kesen bir garaz olabilir. Buna çok dikkat etmek gerekir. Allah'ı istemede bir ikilik (ortaklık ve insanın kendi enesini de hesaba katması) olabilir. Fakat ehl-i tevhid bu çeliskiye asla düşmez. Bu inceliği kavrayamayan nice salik gayeye ulaşmayı başaramadı. Bu konuda Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) şöyle der: Sıddık bir insan binlerce yıl Allah'a müteveccih durumda olup da O'ndan bir an bile yüz çevirirse kaybettiği kazandığından daha fazla olur. Burada zikredilen sıddık 'arif' anlamında alınmıştır. Yoksa sıddık makamına ulaşan seden -bir an bile olsa- Allah'tan yüz çevirmesi düşünülemez. Cümle farazidir. Bunun için şartedatı kullanılmıştır. Bu makama ulaşanlar genellikle katettikleri seviyeyi sabit tutarlar. Yaşanan hertasavvufi hal bir öncekinin üzerine bina edilir. Her zaman bir önceki mesafeleri ihtiva etmektedir.Akl-ı evvelleden insan durumuna gelene kadar böyledir. Bir sonnraki mertebe her zaman bir önceki mertebeden daha kapsamlıdır.. Bu son mertebenin olmasi için ilk mertebe (mertebe-i safile) nin olması gerekir. Yoksa böyle düşük mertebelerin yaratılmasi abes olurdu. Bütün mertebeleri bünyesinde toplayan insan onun için üstündür. Nitekim Hz. Peygamber kendinden önceki peygamberlerin, özelliklerini taşıdığından dolayı onlarla eşit olduktan sonra onlardan üstün kılan bazı dereceler de edindi. Harflerde de bu durum vardır. 'Huu' iki farklı derecede olan harflerden olusmaktadır. «He» harfi harflerin çıkış yerlerinden olan boğazın en sonundan çıkar. İkinci harf olan «vav» harfi ise en son çıkış yeri olan dudaklardan, çıkmaktadır. Böylece bir insan Huu' deyince bütün harfleri zikretmis olur. Mutasavvıflar bunun için zikirde vird olarak 'Huu' çekerler. Çünkü bununla bir insan bütün harferin ve çıkış noktalarının üzerinden geçeceğinden Cenab-ı Allah'ın bütün isimlerini zikretmiş olacaktır. Her ne kadar bazi zahiri alimler bunun bir zamir olduğunu ve dolayısıyla anlamsız bir vird olduğunu söylemişler ise de bu mesele onların bildiği gibi değildir. |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Tasavvuf - Zühd - 2. Bölüm | CUMHUR | Tasavvuf | 0 | 03-28-2008 00:43 |
Tasavvuf On Esas - 1. Bölüm | CUMHUR | Tasavvuf | 0 | 03-28-2008 00:41 |