Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=Genel Dini Bölüm=-- > Tasavvuf

Tasavvuf Tasavvuf Alemi..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 03-28-2008, 00:50
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Tasavvuf - Zikir - 6.Bölüm

DEVAMLI ZİKİR

Devamlı zikir, her seyi unutarak sadece Allah'ı zikretmektir. Kur'an-i Kerim'de: «Unuttuğun, zaman Allah'i zikret» denilmiştir. Buradaki unutmak kelimesi Allah'tan baskasını unutmak anlamındadır.
Zikir devamli olmazsa munkati (kesik, devamsız) zikirle bir yere varılmaz. Bunun için ayette Resülullah'a (a.s.) ibare yollu, varis-i Resül'e ise işaret yoluyla 'zikr-i' muttasil' (sürekli zikir) emredilmektedIr. Hz. Aişe, Hz. Peygamberin halinden soranlara: "O her zaman zikrederdi" demiştir. Büyük yelilerin ve özellikle Peygamberin her hali zikir sayılır. Çünkü onlar her ne halk ile içiçe olsalar bile her an Hakk'ı düşünürler. Zikrin gayesi ise kalbin huzur bulmasıdır. Dilin deveranetmesi değildir. Zikredenin masivayi unutmasi bir ölünün dünyadan kopması gibidir. Bu 'iradi' ölüm' eğer 'tabii ölüm' gibi olmazsa nefsi ile zinde kalmış olur mürid. Nefis ile zinde olan kişi ise kendini masivanın ve nefsin zikrinden alıkoyamaz.
Burada devamlı zikirden maksat ehl-i ZIkrin dil ile yaptığı zikirdir. Sesli zikrin (zikr-i cehri) çok faydası vardir.. Zikr-i cehrinin gayesi Allah'ı nefse duyurmaktır. Çünkü nefis sağırdır ve bağırmaya muhtactir. Yoksa buhun amacı Allah'a duyurmak değildir. Onun için uzak-yakın. sesli-sessiz farketmez. Sesli zikre müdahale eden, onu iyi görmeyen, aksine onu gereksiz görenler tasavvufun makamlarından ve sırlarından habersizdirler. Bizim muhatabımız ise bilmeyenle değil alimlerdir.
Müshile benzetilen zikir "La ilahe illallah" keIime-i tevhididir. Bu kelime 'nefy' ve 'kabul'den mürekkeb bir ilaçtır.
Bu Kelime-i Tevhid tıpkı bir macun gibi çeşitli tedavi edici unsurlar ihtiva ettiğinden zikirlerin en faziletlisidir. Allah, Allah veya Hu, Hu şeklinde yapılan zikirden daha faziletlidir. Çünkü bu gibi isimlerde birlik vardir. Fakat Kelime-iTevhid çift yönlü bir zikirdir. Hem nefy, hem de inkar vardır. O'nun için 'vird-i leyli' geceye ait zikir) olması uygundur. Gecede de birlik tek renk hakimdir her yerde. Fakat Kelime-i Tevhid'de kesret vardır. Dolayisiyla 'vird-i nehari' (gündüze ait zikir) daha önemlidir.
'Nefy' kısmı, kalbi hastalıkları doğuran, ruhu habseden, nefsi, hayvani ve sehevği sıfatların güçlendiren kötülükleri yok eder.
Yani Kelime-i Tevhid'deki nefy kısmının özelliği kalbi hastalıkları güçlendirmektir. Bir de ruhu habsetmektir. 'En yüce sultan' olan ruha bu yakışmaz. Çünkü onu habsetmek onu zincire vurmak gibidir..
Nefsin kötü sıfatları ise cahillik, cimrilik, korkaklık, nifak, haset, kibir, kendini beğenmişlik, iki yüzlülük, asırı mal sevgisi gibi özelliklerdir. Bunların hepsi de cehennem kapısını açmaya. yöneliktir.
Hayvani ve şehevani istekler ise çok yemek, çok içmek, çok uyumak ve cinsel ilişkide bulunmaktır. Bunların hepsi de rezil alışkanlıklardır.
Bunlan Kelime-i Tevhid'deki 'la' nefiy edati ile süpürmek gerekir.
Kelime-i Tevhid'in nefy edatıyla baslamasının sebebi budur. Buradaki hikmeti anlayamayanlar Kelime-i Tevhid'in nefyle başlamasını garip karşıladılar.
İsbat ise kalbin sihhatini ve selametini korur. Böylece onu bu rezil huylardan kurtarır. Kişinin asıl kimliğinden sapmasını önleyerek ahlakında ve hayatında iIahi nur'un hakim olmasını sağlar.
Kalb esas itibariyle salim ve saf bir haldedir. Çocuk doğduktan sonra kalbin yine aynı şeklini almasi için ilahi feyiz gereklidir. Öyleyse bu hastalıklar kalbe sonradan bulasmaktadırlar. Nitekim hadis-i serifte: Her çocuk fitrat üzere doğar. Daha sonra anne babası onu Yahudi, Hiristiyan veya Mecusi olarak yetistirir. (Buhari). Yani her doğan insan mu'tedil bir fitrat ile doğar. Onun kalbinde bir fikrin veya dinin galip gelmesi imkansızdır. Fakat kalbin sürekli bu hal üzerine bırakılmasi onun tabii halinin ruhi haline galip gelmesini sağlar. Bunun devamı ise insani hayvan ve belki de şeytan şekline sokabilir. Fakat yukarida 'macun' olarak vasıflanan Kelime-i Tevhid'in sürekli zikredilmesiyle kalbin ıslahı ve ruhani mizacının galip ve baskın gelmesi sağlanmış olur. Aslında Allah'ın zat'ında vahdet-i vücuttan baska bir nesne olmadığı halde küfrün şüphe, ve evhamlarını defetmek için Kelime-i Tevhid'e nefy edatı da dercedildi. Çünkü sülukun ilk yıllarında salikte de böyle vehimler olabilir. Kendisinde 'isbat' hali galip olan meczub kimseler sadece Allah, Allah,. diye zikrederler. Mesela: Şeyh Sibli (k.s.)'la'nin verdiği iztrap ve vahsetten ürktügü için sadece Allah, Allah' diye bağırırdı ve zikrederdi.
Böylece ruh, Hakk'ın şahitleri, zat'ının ve sıfatlarının tecellisiyle aydınlanır. «Yeryüzü Rab.. nuru ile aydınlandı ...» (Zümer, 69) ve böylece onun sıfatı olan karanlık ve körlük ise yok oldu.
'İllaIlah' kelimesinin isbati dolayısıyla insan kalbi merkez olmak üzere ruh da şevahid-i Hakk ile yani ilahi nur ve zat ve sıfat-ı Hakk ile süslenmiş oldu. Nur elbisesini giydi. Yeryüzü de bu nurun varılğıyla aydınlandi. Karanlık sıfatı yeryüzünden silindi. Yani gecenin gelmesiyle yeryüzünün karanlığı tamamen kabul etmesi gibi nefsani sıfatların galip gelmesiyle vücud sathi da karanlığı kabul etti. Güneş doğduktan sonra, yani kalpte ilahi nur tecelli edince bütün karanlıklar kaybolup gitti. Bu ilahi nur önce kalbe ve ruha daha sonra da kulun cesedine nüfüz eder. Böylelerinin cesetleri kabir'de bozulup tefessühe uğramaz. Gece namazına (teheccüd) kalkanların durumu da böyledir. Ehl-i teheccüd olanlardan tecelli sahibi olanların nurunun diğerlerine de geçmesi mümkündür. Kısacasi Allah'ın nurunun tecellisiyle bir insandaki bütün karanlik sıfatlar yok olur,silinir gider. Allah'ın sıfatlarının tecellisi eşyada belirmeleridir. Suya 'muhyi' denmesi gibi. Aslında bu ilahi bir sıfattir. Bu, ilahi sıfatın suya yansımasıdır. Bu, bütün eşya için geçerlidir. Dolayısıyla bütün her şeyde zati hayat vardır. Fakat gözleri ve kalbi perdeli olanlar bunu sezemezler. Yunus Emre ne güzel söylemiş:
Yitirdim Yusuf'u Ken'an ilinde
Yusuf bulundu Ken'an bulunmaz
Yani kesreti temsil eden Ken'an ilinde vahdet olan Yusuf kayboldu, bulunmaz. Fakat aradan Ken'an kalkınca vahdetten başka bir şey bulunmaz. Görünen sadece O'nun zatının ve sıfatlarının tecellisidir. Kamil insan bunu sadece eşyada görmez. Aynı zamanda kalbinde de hisseder. Bu seviyeye ulaşanlarda sapıklık ve ilhad gibi seyler düşünülemez. Onlar bilakis ehl-i sünnet inancı, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat mertebelen üzerindedirler. Fakat böyle insanların çevresindekiler bunun farkına varamazlar. Bu mertebede bulunmayanlarda ilhad ve çeşitli sapıklıklar bulunabilir.
Her mertebenin ayrı ayrı zikir usulleri vardır. Bunu ancak ehil olanlar kavrayabilir.
«Yerin baska bir yer, göklerin baska bir gök olduğu o günde Kahhar olan Allah'ın huzurunda bütün insanlar toplanacaklardır» (İbrahim. 48>.
Yani Kıyamet Günü'nde yer ve gök degişip baskalaşacaktır. Aynen bunun gibi küçük alem sayılan insanda da buna benzer değişiklikler olacaktır. Çünkü bambaşka olan o alemde abdes bozma, def-i hacet, kadınların bazi özel halleri vb. olmayacaktır. Dolayısıyla insanin ilk hali sonraki haline benzemez. Çünkü insan 'makam-i evedna'dan (Necm, 9) döndükten sonra Hakk'ın elbisesine bürünür. Buna 'celvet' denir. Bu aşamada insan, beşeri özellikleri itibanyla görünür ve insanIar arasında yaşarlar. Hakikatları itibarıyla da görünmezler. Halktan uzak gayb aleminde yaşarlar. Bunun için bunlara 'guraba-i hakikiye' derler. «Vahid ve Kahhar olan Allah'a döneceklerdir» denilirken insanların değişeceği ve her şeyin aslına döneceği ifade edilmektedir. Her şeyin aslında olan zat zuhur edecektir. Bütün eşyanın ve masivanin geçici oldugu ortaya çıkacaktır. « O'na döndürüleceksiniz» (Bakara, 28).
Bedenler böyle değisecek fakat ya ruhlar hasıl değişecektir şeklinde gelen bir soruya ise cevabımız şöyledir: Ruhun da iki yönü vardir. Zahir olan yön ki, bu hadistir. İkincisi zahiri ve kadimdir. Arş ve Kürs'üye yükselen ruhlar için fena olmak, yok olmak yoktur. Alem-i ervaha yakın olan şeyler de ruhların hükümlerine tabidir. Buna da 'beka' denir. 'Fevka'l-arş' dediğimiz mekan, filozofların dediği gibi 'ne boştur ne de dolu' (La hala ve la mela) değildir. Bilakis burası 'mela' alemidir ki, bu da ruhlar alemidir.
Eğer sen gerçekten gönül ehli isen seni çok önemli bir konuda uyardım. Beni zikrediniz, Ben de sizi zikredeyim ...» (Bakara, 152) ayetinde zikredenle zikredilen yer değiştirmektedir, içiçe girmektedirler. Zikreden kişi zikirde fena bulmaktadır.Zikredilen ise zikredeni yerine baki olmaktadir. Zikredeni istediğin zaman mezküru, mezküru taleb ettiğin zaman ise zikredeni. Beni gördüğün zaman O'nu görmüş olursun, O'nu gördüğün zaman ise beni görmüş olursun.
Yukarıda geçen ayet-i kerimede zakir mezkür dolaşımlı bir şekilde yer değiştirmektedirler. Bu da zakirin mezkürda yok olması, mezkürun da zakirin halifesi olmasıdır. Dolayısıyla birbirine ayna olmuş durumdadırlar. Hangisini görmek istesen diğerine rastlarsın. Buna nafile ibadetler hakkındaki hadis-i kudsi de işaret eder. "... Ben onun gözü ve kulağı oldum" Hazret-i Resülullah (a.s,) , «Allah (c.c,) kulunun ağzından: "Allah kendisine hamdedenleri işitti" buyurmaktadırlar. Cüneyd'i Bagdadi'ye, "arif kimdir» diye sormuşlar. O da: «Suyun rengi binin rengidir», diye cevap vermiştir. Aslında suyun, sesin ve ışığın rengi yoktur. Fakat kırmızı bir camdan geçen ışığın rengi de kırmızı olur. Aynı şekilde su da ışık da bulundukları rengini alırlar.
İşte tecelli de bu şekilde olmaktadır. Allahinsana bulunduğu renkte ve şekilde görünür. Onun belirgin rengi yoktur. Ahirette de insanlar, O'nu inandıkları gibi göreceklerdir. Yani' görünen, onların itikadlarıdır.«Allah'ı (c.c) yaratıklar gibi düşünüp alğılayanlardan olma. Çünkü bu bir sapıklıktır. Bu benden sana bir irşatır.»
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 09-13-2009, 01:28
eyup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
eyup eyup isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 12
Standart

SELAMIN ALEYKÜM RAHMETULLAH VE BEREKATÜHÜ SEVGİLİ KARDEŞLERİM YÜCE RABBİMİZE HAMD EDER ŞÜKREDERİZKİ BİR ZİKİR SOHBETİNDE BİZLERİ BİR ARAYA GETİRDİĞİ İCİN YÜCE RABBİMİZE NE KADAR HAMD EDSEK ŞÜKRETSEK AZDIR İNŞ SEVGİLİ KARDEŞLERİMİZ KONUMUZ İNŞ ZİKİR EVET UNUTULAN BİR KURAN KAVRAMLARINDAN BİR TANESİ OLAN ZİKİR ZİKİR NEDİR İNŞ BERABERCA BAKALIM YÜCE RABBİMİZ KURANDA ZİKİR KELİMESİNİ NASIL ANLATIYOR İNŞ KONUMUZ ZİKİR NEDİR İNŞ

ZİKİR NEDİR?

Bismillahirrahmanirrahim,

Zikir Kur'ân-ı Kerim'de geçen çok önemli kavramlardan biridir. Zikir kelimesinin lugat anlamı: Hatırlamak, anmak, dile getirmektir. Kur'ân-ı Kerim'in bir adı zikir olup, Kur'ân-ı Kerim'i kıraat etmek, tilavet etmek de zikirdir, namaz kılmak da zikirdir. Ama bu iki zikrin yanı sıra Kur'ân-ı Kerim'de geçen Zikrullah (Allah isminin ard arda tekrarı) en büyük zikirdir.
Kardeşlerimiz dîni Kur'ân-ı Kerim'den değil de emaniyye adı verilen insanların yazdığı el yazması kitaplardan öğrendikleri için, hep kendi akıllarının yorumu ve Arapça bilgileri ve kitaplardaki kişilerin yorumunun toplamından bir sonuç çıkarıyorlar. Ne yazık ki bu doğru değil. Kur'ân-ı Kerim vahiy lisanı olup, akılla yorumlanamaz. Yani; ilâhi kelamı (vahyi) yine vahiy lisanıyla açıklamak en doğru olanıdır. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim iki grup âyeti kerimeden müteşekkil olup, bunlardan müteşabih âyet-i kerimeleri ancak ulûl'elbabın (daimi zikrin sahipleri) açıklayabileceğini Rabbimiz buyuruyor. Çünkü bu kişiler, Allah'la tezekkür etme imkânın sahibi olup, Allah'tan vahiy alanlardır. Ve ilâhi kelamı (vahyi) yine ilahi lisanla (vahiyle) açıklarlar. Böylece konunun bütün yönleri hak lisanıyla açıklanmış olur. Herhangi bir tenakuz da söz konusu olmaz.
Şimdi kardeşlerimiz “zikir nedir?” konusunu zikrin lugat içeriğine hapsetmiş ve mazi, müzari gibi Arapça lisanının dil bilgisi kuralları içerisinde ve aklın yorumuyla konuyu açıklamaya çalışmışlar ama söyledikleri şeylerin çoğu Kur'ân-ı Kerim'e ters düştüğü gibi bu hayatî öneme sahip konuyu da mecrasından saptırmış durumdadırlar.
Şimdi biz Rabbimizin fazl-u keremi, Efendi Hazretleri'nin himmetiyle bu konuyu hayat kitabımız olan Kur'ân-ı Kerim âyetleriyle inşallah sizlere açıklayacağız.

A- Kur'ân-ı Kerim'in bir ismi zikirdir.

15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki; zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.

Görüyoruz ki Kur'ân-ı Kerim'in bir ismi zikir. Onu kıraat etmek (okumak), tilavet etmek (açıklamak) da zikirdir.
B- Namaz kılmak da bir zikirdir.

20/TAHA-14: İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa'budnî ve akımıs salâte li zikrî.
Muhakkak ki; Ben, Ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek için namazı ikame et.

C- Zikrullah ( Allah isminin ard arda tekrarı).


73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).

Bu kardeşlerimize “en büyük ibadet nedir?” diye sorarsanız, dîni Kur'ân-ı Kerim'den öğrenmedikleri için hemen size namaz diye cevap verirler. Ama dîni Kur'ân-ı Kerim'den öğrenen kişiye sorarsanız, cevap zikrullah yani Allah isminin tekrarı olan zikirdir diye cevap verecektir. Çünkü Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de böyle söylüyor. Başkasının ne söylediği bizim için hiç mi hiç önemli değil. Önemli olan Rabbimizin ne söylediği. İşte ispatı:

29/ANKEBUT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri) ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya'lemu mâ tasneûn (tasneûne).
Sana Kitab'tan vahyedileni oku, namazı kıl. Çünkü namaz kötülükten ve fuhşiyattan meneder ama Allah'ın zikri, en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

Bu âyet-i kerimede, sana vahyettiğimiz bu kitabı oku, tilavet et (birinci zikir) ve namaz kıl (ikinci zikir). Çünkü senin namazın fuhşiyat ve münkerden men eder(korur). Ve Allah'ı zikretmek en büyüktür ( le zikrullâhi ekber ) ( üçüncü zikir) buyruluyor. Yani zikrullah hem Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasından hem de namaz kılmaktan daha büyüktür.
Dîni el yazması kitaplardan öğrenen kardeşlerimiz bu üç zikri farkedemedikleri gibi bunların en büyüğü ve önemlisi olan zikrullahı hiç mi hiç kâle bile almamışlar, neden mi? Çünkü sevgili okuyucular, iblisin canına ot tıkayacak olan en önemli ibadet zikirdir, çünkü nefsimizi tezkiye edecek (temizleyecek) olan ibadet zikirdir. Bizi Allah'a sevgili kılacak olan ibadet yine zikirdir. İşte iblis bunları bildiği için, bugün ne namaz kılma ibadetine dokunmuş ne de Kur'ân-ı Kerîm okuma ibadetine (zikrine). Ama nefsimizi tezkiye edecek olan yani amilüssalihat yapabilmemizin olmazsa olmaz şartı olan (kişinin iradesiyle yapacağı Allah isminin tekrarından ibaret olan) zikrullahı unutturmuş. Ve zikrullahı bugünkü İslâm tatbikatından çıkarmış ve bugün insanların zikir ibadetinin farziyetinden haberleri yok. Çünkü ne İslâm'ın 5 şartı içinde var ne de 32 farzın içinde. Ve bizim sevgili dîn adamlarımıza sorarsanız “farz değildir” diyeceklerdir. İşte bu yazıyı yazan kardeşlerimiz de ne yazık ki, Kur'ân-ı Kerîm'de zikir farz kılınmasına rağmen (Müzemmil 8), çok zikir farz kılınmasına rağmen (günün yarısından çok zikir) (Ahzab 41), daimî zikir farz kılınmasına rağmen (ayakta iken, otururken ve yanüstü yatarken, her üç halde) (Nisa 103), Allah isminin tekrarından ibaret olan zikri inkâr ediyorlar, ketmediyorlar, böyle bir şey yoktur diyorlar. Bunu gizlemek, inkâr etmek şeytana kölelik etmekten başka bir şey değildir. Çünkü zikrullahı iblis devre dışı bırakmak istiyor. Gayesi bu. Neden? Şimdi nedenine de inşallah yine Kur'ân-ı Kerîm ile açıklayalım.

İnsanlar üç bedenin(ceset) sahibidirler; fizik vücut(vech), nefs, ve ruh olmak üzere. Hicr Suresinin 26. âyeti kerimesine göre halk edilen bir fizik vücudumuz var.

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Secde suresinin 9. âyet-i kerimesine göre nefy edilen (üfürülen) bir ruhun sahibiyiz.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem'a vel ebsâre vel ef'ideh(ef'idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem'î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Ve Şems suresinin 7. âyet-i kerimesine göre sevva edilen bir nefsin sahibiyiz.

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).
Bu nefsi biraz tanıyalım: Nefs karşıt zahiri (berzah) alemin malı olan ve 19 tane afeti (hastalık) yapısında barındıran bir enerji bedenimizdir. Başlangıçta nefsin kalbi gişavet adlı bir perdeyle örtülü, kalp kulağı mühürlü ve kalbin takva kapısı da kapalı yani mühürlüdür. Ama kalbin diğer kapısı, füccur kapısı açıktır. Ve başlangıçta şeytan bütün ilkalarını (füccurunu) bu kapıdan nefsin kalbine gönderip nefsimizde bulunan 19 afete tesir eder. Bunlar cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, kin ve adavet, kibir, küfur, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zülum, 19 tane afet nefsimizin kalbinde olup kalp tamamıyla kapkaradır. Başlangıç itibariyle herkesin durumu böyledir yani daha Allah'ın yoluna girmeden önceki durumumuz. İnsanın fiiliyat öncesi karar verme mekanizması bu şekilde işlemektedir.
Fizik vücudumuzun (vechimizin) içinde ruh ve nefs cesetlerimiz vardır. Ve başımızın bir karış üzerinde hiçbir âleme ait olmayan Allahû Teâla'nın özel bir ihsanı olan aklımız vardır. Bu işlevi bir örnekle açıklamak istiyorum inşaallah. İki kişi düşünelim biri diğerine haksız yere bir tokat atmış olsun. Tokat yiyen kişi şiddetle öfkelenir. Ve nefsinin intikam afeti kabarır. İblis ilkalarını nefsin bu iki afetine ulaştırır. Ve bu kişide öfke ve intikam alma hissi had safhaya ulaşır. Tokatı yiyen kişi, tokatı yediği anda fizik vücudumuzun kumandanı olan akıl, fizik vücudumuzun içinde bulunan müşavir durumundaki nefs ve ruha danışır. Nefs iç yapısında bulunduğu afetler sebebiyle ( öfke ve intikam) hemen tokatı atan kişiye cevap verilmesini talep eder. Şeytanda bu intikamın gerçekleşmesi yönünde ilkasını (füccurunu) nefsin bu afetlerine ulaştırır. Ve bu afetlerin daha çok kabarmasını sağlar. Ama yine fizik vücudumuzun içinde bulunan ve en ahsen standartlarda yaratılmış olan ruhumuz yapısındaki hasletler dolayısıyla (bu hasletler: ilim, ketumiyet, edep, kanaat, meziyet, itaat, sevgi, iman, ihlas, sulh, sükunet, vefa, sabır, doğruluk, hakikat, adalat ve cömertlik gibi 19 tane haslettir) aklımıza Allah'ın bütün emirlerinin işlenmesi ve nehiylerinin (yasaklarının) işlenmemesi istikametinde talepleri ulaştırır. Bu olay karşısında ruhumuz aklımıza, intikam alınmaması o kişinin affedilmesinin kendisi için daha hayırlı olduğunu ve Allah'ın emrinin de bu istikamette olduğunu bildirir. Akla iki müşavirden ( danışmandan) de talepler ulaşır. Ama Allah'ın davetine, ruhun ölmeden evvel Allah'a vasıl olma davetine icabet etmeyen bir kişi için çoğunlukla nefsin talebine uymak söz konusu olur ve neticede kişi intikam alma doğrultusunda harekete geçer. Hele bu kişinin aklı Allah'ın yasaklarını işlemenin adet haline geldiği bir ortamda şuurlanmışsa, nefsin talebi istikametinde hareket etmesi daha kolay olacaktır. Ve genellikle ruhun talebine akıl tarafından pek rağbet edilmez.
İşte nefs ve ruh hangisinin talebini kabul etmişse akıl beynimizin o talep istikametinde harekete geçmesini ister. Beyin de fizik vücudumuzu bu fiiliyatı işlemesi yönünde aktif hale getirir. Ve bu kişinin fiili işlemesi esnasında talebi kabul edilmeyen ruh vücudu terk eder. Fiiliyat işlendikten sonra tekrar vücuda girer. Ve elindeki hak terazisiyle nefse bir manevi azap ( vicdan azabı) tatbik eder. Bu sebeple bu kişi hayatı boyunca fizik vücudundaki nefs ve ruh kavgasına paralel olarak huzursuz olur, mutsuz olur. Çünkü içinde sürekli kavga var. Nefs ve ruhun talepleri taban tabana zıt. Ruh Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyor, yasaklarını da asla işlemek istemiyor. Nefs ise Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istemiyor, Allah'ın bütün yasaklarını ise işlemek istiyor. İşte bu iki vücudumuzun arasında sürekli bir savaş vardır. Savaş varsa, kaos vardır. Ve orada huzur ve mutluluktan bahsetmek mümkün değildir. Kısmi sevinçlerden bahsetmiyoruz. Mutluluk, devamlı, kesintisiz bir sulh ve sükun halidir. Yani iç dünyamızdaki mutluluk nefs ve ruhun savaşının sona ermesi demektir. Dış dünyamızdaki mutluluk bizim ile diğer insanlar arasındaki huzursuzluğun, savaşın sona ermesi hali demektir. Ve Allah ile aramızdaki mutluluğun oluşabilmesi Allah'ın bütün emirlerinin yerine getirilmesi ve yasaklarının işlenmemesi durumunda söz konusudur. O zaman mutluluk devamlı olması gereken bir uyum hali ise ve bu iç dünyamızda, dış dünyamızda ve Allah ile olan ilişkilerimizde devamlı bir uyum halini gerektiriyorsa aklımıza müşavirlik (danışmanlık ) yapan bu iki vücudumuz ( nefs ve ruhumuz) arasındaki kavganın bitmesi lâzım.
İşte sevgili okuyucular, Kur'ân-ı Kerîm'in bir mutluluk reçetesi olduğunu hamd olsun ki Rabbimiz tarafından irşada memur ve mezun kılınan Mehdi Resûlden öğrendik. Bu mutluluk reçetesine baktığımız zaman şunu görüyoruz. Allahû Tealâ, Tin Suresinin 4 ve 5. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

95/TİN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Biz, insanı (insanın nefsini) en güzele (ahsene) ulaşabilecek bir takvim içinde yarattık.
95/TİN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).
Sonra onu, esfel-i sâfiline (cehenneme) reddettik.

Muhterem okuyucular, iki tane yol var. Bunlardan ilki cehenneme götüren gayy yolu (sebili gayy), diğeri Allah'a ulaştıran Rabbanî yol, rüşd yolu, Sıratı Mustakîm. Başlangıç itibariyle bütün insanlar Sıratı Cehîm'in üzerindedirler. Yani dalâlettedirler. Nefsinin afetlerini hep kle alırlar. Ve huzursuz ve mutsuzdurlar. İşte Allahû Teâla onları bu hastalıklarından kurtarmak için insanları kendi emriyle tedavi ettiren hidayetçiler, mürebbiler (doktorlar) gönderir. Ve ilâhi fermanı, emirleri onlara açıklarlar. “Ey insanlar! Sizler bir nefisle inşa edildiniz ve nefsinizin yapısından saydığımız 19 tane afet vardır.”

74/MUDESSİR-30: Aleyhâ tis'ate aşer(aşere).
19 üzerinizedir.


Ve Allahû Teâla'nın sizde bir emaneti vardır. Ahzab 72
33/AHZAB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâl insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki; Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik de bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o, zalim ve cahildir.
Ve bu emaneti dünya hayatında Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz. Ve bu misak 12 defa üzerimize farz kılınmış. Eğer emaneti Allah'a ulaştırmayı dilerseniz Allah'ta sizi Kendisine ulaştırmayı diler ve bu ulaşmanın gerçekleşmesi için şart koşulan nefsinizi tezkiye eder (nefsinizi o afetlerden temizler). Nefsinizin tezkiyesini üzerine alır Allahû Teâla. Eğer nefsinizi tezkiye edemezseniz mutlu olmanız mümkün değildir. Rabbimiz Necm 32'de:

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illellemem(illellememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşe'ekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Onlar, küçük hatalar hariç, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar. Muhakkak ki; senin Rabbinin mağfireti boldur. Sizi (Âdem A.S) topraktan var ettiği zaman ve anne karnında size şekil verdiği zaman O, sizi biliyordu. (Boşuna) nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi boşuna iddia etmeyin). (Çünkü) Allah, takva sahibi olanı bilir.

O nefslerini tezkiye ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Hayır Allah takva sahiplerini bilir.
Evvelâ gözlerimizin önündeki görünmez perde hicab-ı mestureyi alır ve Allah'ın ilmini ve Allah'ın dostlarını sevmeye başlarsınız (İsra 45).

17/İSRA-45: Ve izâ kara'tel kur'âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu'minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk

Sonra kulağınızdaki ilâhi kelamı anlamayı engelleyen vakrayı (ağırlık) alır (İsra 46).

17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.

Sonra kalbinizin üzerindeki idrak etmeyi engelleyen sistem olan ekinneti alır (İsra 46).
Sonra Allah'ın ilmini idrak etmeyi sağlayan ihbatı kalbimize koyar (Hac 54).

22/HAC-54: Ve li ya'lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu'minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, resûlün, nebînin) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, ona îmân etmeleri, onların kalplerinin onu, (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir

Sonra nefsinizin kalbine hidayeti koyar yani nefsinizin kalbine ulaşır (Tegabün 11)

64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.

Sonra nefsinizin takva kapısını kendisine çevirir (Kaf 33).

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Kim gaybte (görmeden) Rahmân'a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O'na dönük bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelir.

Sonra nefsinizin kalbinin yegâne temizleyici aracı olan rahmet, fazl ve salâvâtın girebilmesi için göğsünüzden kalbinize ulaşan bir nur yolu şerh eder, yarar, açar. Neden? Teslimlerimizi gerçekleştirebilmemiz için nefsimizin kalbine bu nurların girmesi şarttır. Bu sebeple nurların oraya girebilmesi için göğsümüzden nefsimizin kalbine bir nur yolu şerh ediyor (En'am 125).

6/EN'AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec'al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu fîs semâi, kezâlike yec'alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu'minûn(yu'minûne).
Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.

Bu yolun nurların girebilmesi ve teslimlerin gerçekleştirebilmesi için olduğunu Zümer 22 bize ispat ediyor.

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.

Sonra mı? Sonrası işte konumuz olan zikir, zikrullah (Allah isminin ard arda tekrarı ) ile Allah'ın ismini zikrediyoruz ve Allah bir çift nur gönderiyor. İsmi rahmet ve fazıl. Başlangıçta fazıllar içeri giremiyorsa da rahmet girme imkânının sahibidir. Ve rahmet nuru bu kalpte %2'lik bir nurlandırma gerçekleştiriyor. Ve bu kişi huşû sahibi oluyor (Hadid 16).

57/HADİD-16: E lem ye'ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fetâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Âmenû olanların kalplerinde, Allah'ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk'tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen ve kalpleri kasiyet bağlayan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.

Bu âyet-i kerime zikrullahın Allah'ın katından bir şey indirdiğini ve bu inen şeyin nur olduğunu ve bu nurun kalbinizde %2'lik bir nur oluşumuna sebep vererek huşû sahibi olduğumuzu bize ispat ediyor. Bakara 45-46'ya göre huşû sahibi olan kişi hacet namazıyla Allah'a mürşidini sorduğunda Allah da o kişiye mürşidini gösteriyor.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah'a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine muhakkak mülâki olacaklarına (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına) ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerine kesin olarak inanırlar.

Kişi gösterilen mürşidin önünde diz çöküp tövbe ettiği zaman Allah'tan 7 tane nimet alıyor.

1-Devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir ve yerleşir. Mü'min 15

40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

2-Kalbine iman yazılır. Mücadele 22

58/MUCÂDELE-22:.... ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu),....
.... Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler....

3-Günahları sevaba çevrilir (Furkan 70).
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü'min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları se-vaba çeviren ve rahmet gönderendir.

4-Ruhu vücudunu terk eder Allah'a ulaşmak üzere devrin imamının dergahına gider.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.

5-Fizik vücudunu Allah'a kul olmaya başlar.
6-İradesi kalbindeki nur oranında güçlenmeye başlar.
7-Ve bu kişi nefs tezkiyesine başlar (Fatır 18).

35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet'u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey'un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr(masîru).
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki sen, ancak Rab'lerine gaybte huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur. Ve (ruhu) Allah'a döner, varır.

İşte konumuza geldik. Neden bu kadar uzattık? Zikrin yani zikrullahın (Allah isminin ard arda tekrarı) öneminin anlaşılabilmesi ve ne kadar hayati fonksiyonel bir görev icra ettiğini anlayabilmemiz için önceki safhaları da birer cümleyle sizlere anlatmış olduk.

Sevgili okuyucular, Allahû Teâla Maide 105' te nefsimizin tezkiyesini üzerimize farz kılmış.
5/MAİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (bir borçtur, nefsinizin sorumluluğu üzerinizedir). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri, size haber verecektir.
Ve bu nefs tezkiyesinin gerçekleşmesi içinde Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi Allah'ın rahmeti ve fazlı üzerinize (nefsinizin kalbinin üzerine) olmasa içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz buyuruyor.

24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi' hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye'muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî'un alîm(alîmun ).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).


Nefsinizin kalbine nurların girebilmesi içinde Allahû Teâla'nın nefsimizin kalbindeki kalp şartlarını gerçekleştirmesi şart. Nefsimizin kalbindeki bu şartları gerçekleştirecek olan Allah'tır. Allah'ın bu şartları yerine getirebilmesi için bizlerin Allah'a ulaşmayı dilemesi gerekir. Bu Kur'ân-ı Kerîm'de 12 defa üzerimize farz kılınmış. Eğer dilemezsek Allah'ta o şartları yerine getirmez. Her şeyden önce kalbimizin mührü açılmaz, kalbimize ihbat girmez ve îmân girmez. Dolayısıyla Allahû Teâla'nın sistemi son derece muhteşemdir. Ve hep kulun leyine düzenlemiştir. Neden? Bu çok sevdiği mahlûkunun sadece ve sadece mutlu olabilmesi için bir tek dilek bizden istiyor. Geri kalanını o bize sevdirerek yaptırıyor. Yaptıran O. İşte kalbine îmân yazılan kişi artık nefs tezkiyesine başlamaya hazırdır. Mürşidin kendisine verdiği sayıda Allah ismini ard arda tekrar etmek suretiyle Allah'ı zikreder. Buna vird denir. Bu kişi zikrettiğinde nefsinin kalbine iki çifterli nur gelir. Biri Bakara 157'de belirtilmiş: Rahmet ve salâvât.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salavâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah'a döneceklerini bilenler var ya), Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayete ermiş olanlardır.

Diğeri, Nur 21'de: Rahmet ve fazıl.

24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi' hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye'muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî'un alîm(alîmun ).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).

Bu zikirle Allah'ın katından inen nurlarla kalbimizin yumuşadığını ve derimizin ürperdiğini Zümer 23'de bize ifade edilmiştir.

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi . Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sukûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Kişinin yaptığı zikirle Nefs-i Emmare kademesinde nefsinin kalbinde %7 nur biriktiği zaman ruhumuz da 1. gök katına çıkar. Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Raziye, Nefs-i Marziye ve Nefs-i Tezkiye olmak üzere 7 tane nefs kademesini geçtiğinde nefsin kalbinde %49 (7x7= 49) fazıl birikir. %2'lik rahmet de önceden vardı. Nefsimizin kalbi %51 (49+2= 51) nurlanmış oldu. Hakimiyet nefsimizin kalbinde Allah'ı temsil eden nurların eline geçmiştir. Ruhumuzda 7 gök katını aşarak 7. gök katının 7. âlemini de aşarak Allah'ın Zat'ına ulaşır. Ve Allah'ın Zat'ında ifna olur, yok olur. Ruhumuzun hidayeti gerçekleşmiş olup, ilk teslimimiz olan ruh emanetini Allah'a teslim etmiş oluruz. Nefsimizde %51 nurlanmış olup mutluluğumuz dünya saadetinin yarısını geçiyor, ahiret saadetimiz cennetin 3. katı, fizik vücudumuz da Allah'a birinci kulluğunu gerçekleştiriyor. Ve Allah'ın evliyası oluyoruz, ermiş kullarından oluyoruz.
Gördüğünüz gibi bir talep ve bu talebin akabinde Allah'ın yardımı ve bu yardımı hep bize sevdirerek yaptıran zikrullahın neticesi. Eğer bu zikir olmazsa nefsimizi ıslah etmemiz mümkün değil. Daha sonra velâyet kademelerinde Allah'a doğru kemâlatımız artıyor. Zikrimiz otuzüçbinden yükseliyor. Vird zikrinin azamisi kırkyedibin'dir. Ama Allahû Teâla'yı çok zikretmemizi ve daha da ötesi daima zikretmemizi üzerimize farz kılmış. Velâyet kademelerinde de fena makamında %10 kalbimiz zikrin neticesiyle fazıllarla nurlanıyor. Kalbimizdeki nur oranı %61 oluyor. Daha sonra beka kademesinde %10 daha nurlanıyor. Zühd de %10 daha nurlanıyor. Ve muhsinler makamında %10 daha nefsimizin kalbi nurlanıyor. Nefsimizin kalbinde %91 nur oluşur. Ve ikinci cesedimizi, vechimizi de Allah'a teslim etmiş oluruz. Bu teslimiyet Allah'ın bütün emirlerini yerine getirme ve yasaklarının hiçbirini işlememe istikametinde gerçekleşen bir işlevdir. Ve daha sonra daimî zikre ulaşırız. Ulûl'elbab oluyoruz. Nefsimizin kalbi %100 nurlanıyor. Sürekli zikir yaptığımız için iblisin füccur kapısı daima kapalı hale geliyor. Ve Allah kalp gözümüzü, kalp kulağımızı açıyor. Hikmet sahibi oluyoruz. Nefsimizdeki bütün 19 afet yok olmuş, onların yerine fazıllar adı altında ruhumuzun bütün hasletleri gelmiş yerleşmiş. Her an derecat kazanıyoruz. Allah ile konuşma imkânının sahibiyiz. Ehli tezekkürüz, ehli zikir ve ehli hükümüz. Kur'ân'ın hangi âyetine bakarsak o âyetin hangi ruhu içerdiğini anlar ve Kur'ân-ı Kerîm'in açıklama yetkisine sahip olur. Vasfımız ulûl'elbab. Beş duyumuzun ötesindeki şeyleri de artık algılıyoruz. Ehli hikmetiz, ulûl'elbabız (Ali İmran 190-191)

3/AL-İ İMRAN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl'elbab için nice deliller vardır.
3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûl'elbab) ki; (lübblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”

İşte sevgili okuyucular, bu kademeye kadar ulaşmanın olmazsa olmaz şartı zikrullahtır. Allah isminin ard arda tekrarı (Allah, Allah, Allah.....diye). Çünkü bu şifre Allahû Teâla'dan bir daveti gerçekleştiriyor ve biz insanlar nefsimizi tezkiye etmeden mutlu olabilmemiz mümkün değil. Çünkü Allah'ta bizim nefsimizi tezkiye edecek. Bunun içinRahmet, fazıl, salâvât nurlarını gönderir. Ama bu ismi tekrar etme şartına bağlıdır.
Görüldü ki, nefsin 19 hastalıktan temizlenebilmesi için bir dilek ve gerisi hep bu üçüncü zikir olan zikrullah ( Allah isminin ard arada tekrarıdır) nefsimizi ıslah ediyor. Nefsimizin %100 nurlanması nefsimizin de ruh gibi Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmesi için can atması ve yasaklarını da asla işlememesi demektir. Ne oldu? Ruh ile nefsin talepleri çakıştı. Çakışınca kavga bitti. Yerine sulh ve sükun geldi. Ve mutluluk sulh ve sukünun tesisi demek değil miydi? O zaman hem iç dünyamızda hem dış dünyamızda hem de Allah ile olan ilişkilerimizde daimî bir uyumun, sulh ve sükunun içindeyiz. Mutluluğumuz devamlıdır, kesintisizdir. Zaten bizim hayatımızın gayesi hem ahiret hem dünya mutluluğu değil miydi? Rabbimizin de bizler için dilediği budur. Peygamber Efendimiz (S.A.V) şüphesiz ki Allah bu dîni nefsinizi ıslaha ulaştırmamız için var etmiş. Demek ki îdînimizdeki murat nefsimizin tezkiye ve tasfiye ederek, halis kılarak daim bir mutluluğu yaşamamız. Görüldüğü gibi iblis bu mutluluğu gerçekleştirebilecek olan Allah'ın emirlerini günümüzdeki dîn tatbikatından çıkarmayı başarmış. Bugün ne Allah'a ulaşmayı dilemek farzlar arasında var ne de nefsimizi temizleyecek yegâne vasıta olan zikir, (zikrullah) ve insanlar bu iki ibadeti yok etmekle mutluluk kapısını kendilerine kapatmış durumdadırlar.
Ama yüce Rabbimize hamd eder, şükrederiz ki, bütün bu İslâm'ın üzerindeki karanlık bulutları yok edecek olan Mehdi (A.S)'ı görevli kılmış. Ve O Allah'tan, bizlerde O'ndan almak suretiyle tekrar bu hidayet güneşi bütün kâinatı aydınlatacaktır. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, hak geldi batıl yok olmak mecburiyetindedir, ve bu Mehdi A.S. döneminin mutluluk kaynağı olan ruhen Allah'a ulaşmayı dilemek ve nefsin ıslahı için tek ibadet olan zikrullah ile gerçekleşecektir. Allah razı olsun.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 09-13-2009, 15:26
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart

kardeşim eline sağlık selamün aleyküm....
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 09-13-2009, 22:26
eyup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
eyup eyup isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 12
Standart

Aleyküm selam rahmetullah ve berekatühü sevgili kardeşim inş
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Tasavvuf - Zühd - 2. Bölüm CUMHUR Tasavvuf 0 03-28-2008 00:43
Tasavvuf On Esas - 1. Bölüm CUMHUR Tasavvuf 0 03-28-2008 00:41


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:27 - Tarih: 03-29-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.