Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=KUR'AN-I KERİM=-- > İlim Merdivenleri

İlim Merdivenleri Öğrenmek İçin Burdayız..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 02-28-2015, 12:02
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post Vefa Nedir ? Vefanın Önemi!

Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Böyle insanlara vefakâr denilir. Vefa, bir Müslüman’da bulunması gereken en güzel ve en faziletli meziyetlerden ve hasletlerden biridir. Vefanın zıddı nankörlük ve yapılan iyilikleri unutmaktır. Asilzade bir kişi yapılan iyilikleri unutmaz, ahdinde ve vadinde sadakat gösterir ve böylece vefalı olduğunu ortaya koyar. Sözünde ve vadinde sadık olmayanlara itimat edilmez, hürmet ve muhabbet gösterilmez. Onların kadir ve haysiyetleri zir-ü zeber olur.

Vefa, gerek ind-i İlahide gerekse içtimai hayatta insanın itibarını ve şerefini artırır. Vefa, dinen, aklen ve vicdanen yerine getirilmesi vacip olan en büyük hakikatlerden biridir. Vefa daima baş üstünde taşınan kıymettar bir taçtır.

Vefa dostlukları arttırır. Vefalı insan herkes tarafından takdir edilir ve sevilir. Vefa insanı a’layı illiyyine çıkarır ve Allah’a dost eder. Heyet-i içtimaiyenin maddî ve manevî yükselmesi ahitlere riayet edip yerine getirmekle mümkün olur. Hayat-ı beşeriyenin ruhu ahde vefadır. Vefasızlar dünya ve âhirette kendilerine dost bulamazlar. İhtiyaç ve zaruret hallerinde de kimseden yardım görmezler.

Vefanın bir çok şubesi vardır . Biz burada sadece dört kısmından bahsedeceğiz.

1-Allahu Tealaya karşı vefa

2-Peygamberimizin vefası ve Ona karşı müminlerin vefası

3-İnsanların birbirlerine karşı vefası

4-Milletin devletine –Devletin milletine karşı vefası

1- Vefanın en büyüğü, insanın bezm-i ezelde Rabbine verdiği ahdinde durması, yaratanını tanıması, emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınması ve O’nun verdiği sayısız nimetlere şükürle mukabelede bulunmasıdır.

Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “…Allah’a verdiğiniz ahdi tutun.”[1]

İnsan, ancak Cenab-ı Hakk’a ezelde verdiği sözü yerine getirmekle vefalı ve sözünde sadık olmuş olur. Bu bakımdan ahitten dönmek veya ahdi yerine getirmemek haramdır, vefasızlık ve sadakatsizliktir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak(ruhlara) Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "Evet Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık)”.[2]

Bu ayet-i kerimeye göre, her mümin, gerek Cenab-ı Hakk’ın teklif etmiş olduğu emirleri, gerekse insanlara verdiği ahitleri, yeminleri ve akitleri güzel bir şekilde yerine getirmelidir.

2- Her güzel ahlakta olduğu gibi, vefada da en ileri zat Hz. Peygamber’dir. (s.a.v) O, sözüne, şehâdetine, ahdine, kefâletine ve sadakatine son derece vefalı idi.

Allah Resûlü (s.a.v) birine söz verdiğinde şartlar ne olursa olsun mutlaka onu yerine getirirdi. Abdullah b. Ebi’l-Hamsa (r.a.) şöyle anlatıyor: Henüz Peygamberlik verilmeden önce Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bir yerde buluşmaya karar verdik, fakat ben verdiğim sözü unuttum. Aradan üç gün geçtikten sonra hatırladım ve buluşacağımız yere gittim ki, Hz. Muhammed (s.a.v) hâlâ orada bekliyor. Yanına yaklaştığımda bana şöyle dedi:

“Abdullah nerede kaldın, bak bana eziyet ettin; üç gündür seni burada bekliyorum.”

Hz. Peygamber üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip o kişiyi beklemiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke müşriklerinin zulmünden kaçarak kendisine sığınan sahabelere kucak açan Habeş kralı Necaşi’yi daima hayırla yad etmiş, öldüğünde gıyaben cenaze namazını kılmış ve ona dua etmiştir. Daha sonra Medine’ye gelen oğluna kendi eliyle hizmet ederek vefasını ortaya koymuştur.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine hizmet eden bir Yahudinin hastalandığını duyunca ziyaretine gitmiştir.

Bir mü’minin Hazret-i Peygambere (sav) karşı vefası ise, O’nun sünnet-i seniyyesini hayatına tatbik etmesi, O’nu, nefsinden, evladından, ana ve babasından daha ziyade sevmesi ve O’na (sav) daima salâvât getirmesidir.

3- Müminlerin birbirlerine karşı vefa göstermelerinin en önemli şubesi, hiç şüphe yok ki anne ve babaya vefadır.

Evet, anne ve babaya karşı vefa, onlara itaat ve hürmet etmektir. Anne babaya itaat etmek, hürmette bulunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek dinî, fıtrî ve vicdanî bir vazifedir. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun anne ve babaya yardım etmek, hizmet edip ihtiyaçlarını gidermek ve onları himaye etmek bir evlat için farzdır. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurur:

"Rabbin, ‘Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya ihsan edin’ diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse onlara "Öf" (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle.”[3]

Kullarına daima lütuf ve ihsanda bulunan Cenab-ı Hak, bu ayette önce zatından başkasına ibadet etmemeyi ve hemen ardında da ana babaya ihsanda bulunmayı, onlara hürmet etmeyi ve haklarında güzelce muamelede bulunmayı emretmiştir. Bu da ana- babaya itaatin ve onların hukuklarının ne kadar ehemmiyetli olduğunu ortaya koymaktadır.

Anne ve babanın evlatlarına göstermiş oldukları şefkat ve merhamet, ikram ve ihsanlara bedel, onlar da ana- babalarına ikram ve ihsanda bulunmalı ve onlara karşı vefalı olmalıdırlar.

Vefanın en önemli şubelerinden biri de akraba ve taallukatın hak ve hukukuna riayet etmektir.

Akrabalar dışındaki müminlerin birbirlerine karşı vefası ise, birbirlerinin hukukuna ve verdikleri sözlerine riayet etmeleridir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerîm’de müminlerin özelliklerinden bahsederken: “O müminler, üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tamtamına tutarlar...”[4] buyurmaktadır. Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.”[5]

4- Milletin devletine karşı vefası, meşru olan şeylerde ona itaat etmesidir. Bir devletin milletine karşı vefası ise, onların maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin edip, huzur içinde yaşamalarını sağlamasıdır.

“Ferd, vefa duygusuyla itimada şayan olur yükselir. Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuş ise, huzur ile devam eder. Millet bu yüce duyguyla fazilete erer. Devlet kendi teb’asına karşı ancak bu duyguyla itibarını korur. Vefa düşüncesini yitirmiş bir ülkede, ne olgun fertten, ne emniyet vaadeden yuvadan, ne de istikrarlı ve güvenilir devletten bahsetmek mümkün değildir. Böyle bir ülkede fertler birbirine karşı kuşkulu, yuva kendi içinde huzursuz, devlet teb’aya karşı uğursuzlardan uğursuz ve her şey birbirine karşı yabancıdır, tıpkı camidler gibi. Üst üste ve iç içe olsalar bile…

Vefa fertlerin birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eder. Vefa sayesinde cüzler küll olur; ayrı ayrı parçalar bir araya gelerek vahdete ulaşır. Vefa duygusu varıp sonsuza erince ötelerden gelen tayflar kitlelerin yolunu aydınlatır. Ve toplumun önünü kesen bütün tıkanıklıkları açar. Elverir ki o toplum vefa duygusuyla olgunlaşmış ve onun kenetleyici kollarına kendini teslim etmiş olsun.


Ahde vefanın ve sözde sadakatın ehemmiyetini ortaya koyan şu ibretli kıssayı da dikkatinize sunmak istiyorum:

Tarihten öğrendiğimize göre, İbrahim Ethem, memleketi olan Belh'ten ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Oğlu büyüdüğünde vâlidesine, babasının nerde olduğunu sorar. O da babasının Mekke'de bulunduğu söyler. Bunun üzerine oğlu, hem hac farizasını yerine getirmek hem de babasına kavuşup hizmetinde bulunmak arzusuyla bir çok kişi ile beraber yola çıkar ve Kâbe-i muazzamaya varır.

Mekke’de bulunan İbrahim Ethem, bir gün beytullahı tavaf ederken hüsün ve mehalat sahibi, güzel yüzlü bir genç onun nazar-ı dikkatini celbeder. İbrahim Ethem o gencin yüzüne bakarak ağlamaya başlar. Yanındaki dostları bu durumu ona arız olmuş bir noksanlık olarak telakki eder, onun ulvi şanına yakıştıramaz ve bu duruma hayret ederler. Tavaf tamamlandıktan sonra dostları İbrahim Ethem’e:

“Az önce beytullahta bizimle beraber tavaf eden gayet yakışıklı ve hüsn-ü cemal sahibi bir genç vardı. Siz, sürekli onun cemaline hayran hayran bakarak ağladınız. O gence bu kadar dikkatle bakıp ağlamanızın hikmetini anlayamadık." derler.

İbrahim Ethem: “Nazar-ı dikkatimi ve rikkatimi celbettiğini gördüğünüz o hüsün ve cemal sahibi genç, gözümün nuru ve ciğerparem oğlumdur. Allah yolunda bütün masivayı terk etmeğe ahd ettiğim zaman, o nur-u didem, daha süt emme çağında bir çocuktu. Aradan yıllar geçti, şimdi ise koca bir delikanlı olmuş. Ömrümün mahsülü ve semere-i fuadım olan evladımı bağrıma basıp bir gül gibi koklayabilirdim. Lakin masivayı katiyen terk ettiğime dair Allah ile ahid ve yeminin vardır. Bu ahdimden asla dönemem. Allah’tan haya ederim. Bunun için onun babası olduğumu söylemedim, yüzüne uzaktan bakarak kalbimde uyanmış olan baba şefkatini ağlayarak teskin etmeğe çalıştım.” der.

Evet, bu gibi yüksek hakikatlerde böyle arif-i billah olan zatlara uymak lazım gelse de ahde vefanın ve hukuk-u İlahiyeye riayetin bu derecesi ancak İbrahim Ethem gibi Allah dostlarının şanına yakışır bir haldir. Bizim gibi günahkar ve acizlerin onların bu gibi ulvi meziyetlerine yetişmesi asla mümkün değildir. Heyhat!

Ana ve Baba Hakkının Ehemmiyetini İzah Eder misiniz?

Aile, toplumun en küçük fakat en önemli bir parçasıdır. Bu aile biriminin temeli ise anne ve babadır. Anne babaya itaat etmek, hürmette bulunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek dinî, fıtrî ve vicdanî bir vazifedir. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun anne ve babaya yardım etmek, hizmet edip ihtiyaçlarını gidermek ve onları himaye etmek bir evlat için farzdır. Allah-ü Teâla Hazretleri bir ayette mealen şöyle buyurur:

"Rabbin, ‘Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya ihsan edin’ diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse onlara "Öf" (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle.”[7]

Kullarına daima lütuf ve ihsanda bulunan Cenab-ı Hak, bu ayette önce zatından başkasına ibadet etmemeyi ve hemen ardında da ana babaya ihsanda bulunmayı, onlara hürmet etmeyi ve haklarında güzelce muamelede bulunmayı emretmiştir. Buradaki ihsanın manası çok geniştir. Yani “Ey insanlar! Onlara hürmet edin, güzel davranın. Çünkü onların size şefkat ve merhametleri pek çoktur. Sizin vücuda gelmenize vasıta olmuşlardır. Yine onların vesilesiyle Allah’ı tanıyıp, varlığını ve birliğini tasdik edip O’na muhabbet etmişsiniz. O sayede ebedi bir hayata ve saadete namzet olmuşsunuz.”

Anne ve babanın evlatlarına yapmış oldukları ikram ve ihsanlara bedel evlat da onlara karşı ikram ve ihsanda bulunmakla mükelleftir. Bu hem insanî hem de vicdanî bir vazifedir. Çünkü mahlukat içerisinde evladına en ziyade şefkat ve merhamet eden peder ve validelerdir.

Azamet-i İlâhiyi tefekkür edip, Cenab-ı Hakk’ın bütün kemal sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu bilerek, O’na itaat ve ibadete devam etmeli; sonra da mahlukat içerisinde şefkat ve merhamete en ziyade layık olan ana ve babaya hürmet ve ihsanda bulunmalı ve böylece rızalarını almalıdır. Ayrıca, onların hizmetlerinden dolayı usanmamak, bazı sözlerinden ve hareketlerinden gücenerek onların kalplerini kıracak hoş olmayan lâflardan sakınmak, güzel ve yumuşak bir tarzda konuşmak ve iyilik etmeye devam etmek lazımdır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulur: “De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin…”[8]

Demek ki, iyilik, ihsan, ikram, itaat ve hürmette herkesten önce ana ve baba gelir. Eğer anne ve baba fakr-ü zaruret içinde iseler, başka kimselere sadaka vermek caiz değildir.

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.”[9]

İnsan her yaşında valide ve pederine itaat etmeli ve onların kalplerini incitmemek ve gönüllerini rencide etmemek için azami gayret göstermelidir. Çünkü bu Cenab-ı Hakk’ın bir emridir.

Evladın peder ve validesine göstermiş olduğu hürmet ve tazim, onların hizmet ve fedakarlıklarına karşı bir vazife-i şükrandır.

Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle buyurur:

“Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş herbir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.

İşte o mübarek ihtiyarların vücudlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!”[10]

İslâm ülkesinde doğup büyümüş, dini edep ve terbiyeyle yetişmiş bir insan, ulvî bir ruh ve vicdana malik ise elbette ebeveynine karşı elinden geldiği kadar maddi ve manevi fedakarlıkta bulunacaktır. Çünkü bugünün evlatları yarının anne ve babaları olacaklardır. Bir evlat, anne babasına nasıl muamele ederse, kendi evlatlarından öyle muamele görür.

“İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın (elcezâumincinsilamel) sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle.
Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriütteessür kalblerini rencide etmekle,( hasireddünyâvelahire) sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahmân istersen, o Rahmân’ın vedîalarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.” [11]

Evet, peder ve valide, hayatlarını evlatları için feda etmişlerdir. Acaba bir evlat sahibi olmak ne kadar zorluklar, zahmetler ve emekler sonunda gerçekleşmiştir. Evladın istikbal ve saadetlerini temin için kim bilir ne kadar ızdıraplara, elemlere, kederlere ve zahmetlere katlanılmıştır.

Bir ayette mealen şöyle burulur:

“Biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): "Bana, anne ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.”[12]

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Biz insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik. Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk yaşına geldiğinde der ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tevbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten Müslümanlardanım."[13]

Anne ve babanın evlatlarına karşı gösterdikleri şefkat ve muhabbet, saf, berrak ve karşılıksızdır. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı şöyle ifade eder:

“Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum vâlidelerde dercedilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam manasıyla vâlidelerin şefkatleri mazhardır. Vâlideler o sırr-ı şefkat ile, evlâdlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve taleb etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir. Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için -Hüsrev'in müşahedesiyle- kafasını ite kaptırır.”[14]

İnsanlık hali olarak anne baba çocuklara bazı sıkıntılar verebilir. İhtiyarlık ve hastalık gibi hallerinden dolayı bakımları zor olabilir. Durum ne olursa olsun bir evlat anne-babasına bakmayı hiçbir halde terk edemez ve hizmette kusur edemez.

Burada başımdan geçen bir hadiseyi anlatmak istiyorum.

Bir gün yanıma bir zat geldi. Annesinin kendilerini çok rahatsız ettiğini, hanımı ile geçinemediğini, her işlerine karıştığını, ahlakının iyi olmadığını ve bu yüzden kendisine ayrı bir ev tutmak istediğini ve bunun dini yönden bir sakıncası olup olmadığını sordu. Ben de; “annenizin ihtiyaçlarını temin etmek ve hürmette kusur etmemek şartıyla ona ayrı bir ev tutmanızın dini yönden bir sakıncası yoktur.” dedikten sonra, kendisine şöyle dedim:

“Annen geceleri sizi uykudan kaldırıyor mu?”

“Hayır” dedi.

“Peki annen zaruri ihtiyaçlarını karşılayabiliyor mu? diye sordum,

“ Hocam, annem fazla yaşlı değil, bu noktada bize bir sıkıntısı yoktur.” dedi. “Peki annen geceleri ağlıyor mu? diye sordum.

“Hayır” cevabını verdi.

Bu kez kendisine şöyle dedim:

“Yahu annen seni dokuz ay karnında taşıdı, zorluklarla dünyaya getirdi, iki sene emzirdi, geceleri senin için uykusuz kaldı, her gün birkaç kez temizliğini yaptı ve çeşitli meşakkatlerle seni bu yaşa kadar getirdi. Onun sana yaptıklarını şimdi sen ona yapabiliyor musun?” “Hayır hocam” diye cevap verdi. Bu sohbetten sonra biraz düşündü ve şöyle dedi: “Hocam sizin bu söylediklerinizden irşad oldum ve iyi bir ders aldım. Anama başka bir ev tutmaktan vaz geçtim. Bundan sonra ona daha ziyade hizmet edeceğim. ”dedi. Bunun üzerine ben de ona

Hz. Peygamber’in (s.a.v) şu hadis-i şeriflerini hatırlattım.

“Anne, cennet kapılarının orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı zayi et veyahut onu koru.

İşte ey insan! Sen o kapıdan cennete gireceksin. İstersen o kapıyı açık tut, istersen kapa. Artık sen bilirsin.

Adamın biri Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) “ Ya Resûlullah! Cihada gitmek istiyorum, ne buyurursunuz? diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.v) : “Anan baban hayatta mı?” diye sordular. O kimsenin “evet” demesi üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v): “Öyle ise ana babanın yanında dur ve onlara hizmet eyle, cihada gitmiş kadar sevap alırsın.” diye buyurdular.

Bundan da anlaşıldığı gibi, ana babaya hizmet etmek, insana Allah yolunda cihad kadar sevap kazandırabilir.

İki dünyasının saadet ve selametini, huzur ve rahatını isteyen kişi ana ve babasına ihsan ve hürmet etsin. Ana ve babasına ihsan ve itaat edenin ömrü uzun ve rızkı bereketli olur. Ana baba hakkını taktir etmek mümkün değildir. Onların hukukları çok ehemmiyetli ve son derece mukaddestir. Onlara hürmet etmek, hak ve hukuklarına riayet etmek vaciptir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Bir evlat hiçbir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa o zaman hakkını ödemiş olur.”

Yine adamın biri: “Ya Resûlullah! Kime ihsan edeyim” diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.v): Üç kez: “Anana” dedikten sonra, dördüncüsünde “ babana” diye buyurdular.

Evet, Allah’ın rızası, ana babanın rızasına bina edilmiştir. Ana ve baba evladından razı olmazsa, Allah da ondan razı olmaz. İsterse o kimse başını hiç secdeden kaldırmasın.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Üç kimse vardır ki, Allah kıyamet günü onların yüzene bakmaz. Ana ve babasına asi olan, devamlı içki içen ve yaptığı her hangi bir iyiliği başa kakan”.

Ana ve babasını razı eden bir kimsenin, hukukullaha karşı noksanlıkları olsa bile, mağfirete mazhar olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Cennet anaların ayağı altındadır.”

“Allah’ın rızası ana-babanın rızasındadır.”
“Allah’ın rızası, babanın rızasında, gazabı da gazabındadır.”

Ana babasına hürmette kusur eden, kalplerini kıran ve onlara asi olan kimselerin dünyada dahi su-i akibete uğradıkları, perişan ve bedbaht oldukları herkesin malumudur.

Burada asr-ı saadette cereyan eden şu ibretli kıssayı dikkatinize sunmak istiyorum:

Bir kadın Resûlullah Efendimize gelerek: “ Ey Allah’ın Resûlü! Kocam son anlarını yaşayan bir hastadır; yanında şehadet getirdiğim halde, dili dönmüyor ve kelime-i şehadet getiremiyor. Buna bir çare bulun da dilinin bağı çözülsün ve şehadet kelimesini söylesin. ” dedi.

Resûlullah Efendimiz ona: “Eşinin sıhhatli zamanındaki yaşantısı nasıldı? Müslümanlığın icaplarını yerine getirir miydi? diye sordu.

Kadın: “ Ya Resûlullah! Kocam Müslümanlığın icaplarını yerine getirir ve dinin haram kıldığı şeylerden şiddetle içtinab ederdi.” dedi.

Bu sefer Allah Resûlü: “O halde sen git, onun annesini bana gönder.” dedi.

Biraz sonra Resûlulah’ın (s.a.v) huzuruna giren yaşlı bir kadın: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben Alkame’nin annesiyim, beni çağırmışsınız.” dedi.

Hz. Peygamber ona: “Oğlun Alkame’den razı mısın? Sana karşı evlatlık vazifesini yerine getiriyor muydu? Yoksa sana karşı itaatsizlikte mi bulunuyordu?” diye sordular.

Kadın biraz durakladı, durumundan oğluna karşı bir kırgınlığı olduğu belliydi. Daha sonra: “Hayır, Yâ Resûlellah! Oğlum çok iyidir, bana karşı hürmet ve itaatte kusur etmezdi. Ancak evlendikten sonra, özellikle de son zamanlarda bana karşı davranışları çok değişti ve kalbimi kırdı. Bu bakımdan ona biraz dargınım.” dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabına odun toplayıp büyük bir ateş yakmalarını emrettiler. Kadın: “ Ey Allah’ın Resûlü! Ne için ateş yaktırıyorsunuz? diye sordu.

Allah Resûlü: “Oğlun Alkame’yi yakmak için.” diye buyurdu.

Kadın: “Niçin onu yakmak istiyorsun Yâ Resûlellah!” diye sorunca, Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Çünkü, karısının sözü ve teşviki ile veli nimeti olan anasını darıltanları Cenab-ı Hak, Cehenneminin şiddetli ateşi ile uzun müddet yakacaktır. Eğer sen Alkame’ye hakkını helal etmezsen, o da aynı azaba düçar olacaktır. Bari ben onu burada yakayım da Cehennemin o şiddetli azabından kurtulsun.”

Bunun üzerine evladına karşı şefkat ve merhamet dolu olan kadın: “Yâ Resûlellah! Ben oğlum Alkame’ye hakkımı helal ediyorum, onun ne dünyada ne de ahirette yanmasına gönlüm razı olmaz.” dedi.

İşte bir annenin evladına karşı olan şefkat ve merhameti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Hz. Bilal’i ve Selman-i Farisi’yi Alkame’nin evine göndererek, onun dilinin çözülüp çözülmediğini öğrenmelerini söyledi. Onlar Alkame’nin evinin önüne gelince; onun yüksek bir sesle kelime-i şehadet getirdiğini işittiler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir defasında öfkeli bir şekilde üç defa: “Yazıklar olsun o kimseye” dediler. Ashab-ı Kirâm: “Kimdir o? Ey Allah’ın Resûlü” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “ Ana- babası veya bunlardan biri yanında ihtiyarladığı halde, Cennet’e giremeyip Cehennem’e giden kimseye.”

Bir gün bir zat Resûlullah Efendimize gelerek şöyle dedi: “ Ey Allah’ın Resûlü! Ben annemin her türlü hizmetini görüyor ve ona hürmette kusur etmiyorum. Acaba onun hakkını ödemiş oldum mu?” diye sorunca, Allah Resûlü şöyle buyurdular: “Asla, sen annen ölsün diye ona hizmet ediyorsun, ama o senin büyümen ve muammer olman için sana hizmet ediyordu.”

Bu konudaki bazı hadîs-i şerifleri de dikkatinize sunmak istiyorum:

“Cennet kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur. Ana-babasını Üzenler ve sılâ-i rahmi terk edenler bunu duyamaz.”[15]
“Ömrünün uzun, rızkının bereketli olmasını isteyen, ana-babasına iyilik etsin, sıla-ı rahmde bulunsun.”
“Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, ana-babaya iyilik ve Allah yolunda cihad etmektir.” (Müslim)
“Üç kişinin duası kabul olur. Ana-babanın, mazlumun ve misafirin duası.” (Tirmizi)
“Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.”(İbn-i Mace)
“Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları reddolmaz.” (Tirmizi)
“Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.” (Müslim)
“Ana-babasından biri hayatta olup da, onun rızâsını almayan ve onu küstüren kimse, Cehenneme girmeye müstehak olur.”
“Baba sevgisini koru. O sevgiyi kesip atarsan Allah da senin mutluluk ışığını söndürür.”

Ashâb-ı kiramdan biri: “Yâ Resûlallah! Ana-baba, evlâtlarına zulmetseler de rızâlarını alamayan yine Cehenneme gider mi?” diye sorunca;

Hz Peygamber (s.a.v), üç defa: “Evet zulmetseler de...” diye buyurdular. (Beyhakî)
Buna göre, ana-baba evlâda haksızlık yapsalar ve ona zulmetseler bile, yine de evlat, onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır. Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmeli, ziyaretlerine gidilmeli, hiç olmazsa bazı vesilelerle hatırları sorulmalıdır. Onların günah olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Anne baba evladına Allah’a isyan etmesini, O’nun emirlerine karşı gelmesini isterse o zaman itaat edilmez.
Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itâ'at edeyim“ diyen bir kimseye, Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdâre ve mâişetini temîn etti. Sana dînini, îmânını öğretti. Seni İslâm terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?”
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış. Sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et. Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların iki dudakları arasındadır. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et. Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil. Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil.

Yüce dinimiz İslâm, anne baba hakkına büyük önem vermiş ve onların meşru ve makul arzularını yerine getirmeyi evladın en büyük vazifesi saymıştır. Ancak, bir evlat, onların meşru olmayan isteklerini yapmamaktan dolayı mesul olmaz. Ana ve babası: Eğer şu isteğimi yapmazsan, sana hakkımı helal etmem.” dese bile, onların bu sözü dikkate alınmaz. Çünkü Allah’ın emirleri, anne babanın hakkından önde gelir.
Bir ayette şöyle buyrulur:

“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.”[16]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de “Allah’a isyan olan yerde, (ana baba da olsa) mahluka itaat edilmez.” diye buyurmuşlardır.

Evet, “ Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir şeye feda edilmez..”

Sa’d b. Ebi Vakâs, annesine hürmet ve itaat eden biri idi. Müslüman olunca, annesi ona: “Ey Sa’d! Bu yaptığın nedir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın, ya da ben yemem, içmem ve sonunda ölürüm. Sen de benim yüzümden; “anasının katili, diye ayıplanırsın.” dedi.

Sa’d bin Ebi Vakkas: “Anneciğim böyle yapma. İyi bil ki, ben bu dini bırakmam.” diye cevap verdi. Böylece iki gün iki gece bekledi. Annesi ne yedi, ne içti. Bunun üzerine Sa’d bin Ebi Vakkas tekrar ona şöyle dedi: “Vallahi anne, iyi bil ki, senin yüz canın olsa, bunlar birer birer çıksalar, ben yine de dinimden dönmem. İster ye, ister yeme. Artık sen bilirsin.” dedi. Oğlunun bu kararlılığı karşısında annesi direnmekten vaz geçti.

Bir müminin anne ve babası kâfir bile olsa, onlara karşı insanî vazifesini yapmalı ve hürmette kusur etmemelidir. İslam alimleri, kâfir bile olsa anne ve babaya nafaka vermenin vacip olduğunu söylemişlerdir.

Bir ayette mealen şöyle buyrulur:

"Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilikle, adaletle muamele etmenizden Allah sizi men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever."[17]

Esma Binti anlatıyor: "Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. Hz. Peygamber’e (s.a.v) : "Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" diye sordum. "Evet, ona gereken hürmeti göster." diye buyurdular.

Buna göre Müslüman olan bir anne baba ne kadar günahkar olursa olsun onlara saygı ve hürmette kusur etmemek, maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin etmek lazımdır. İtaat etmek ayrıdır, isyan etmemek ayrıdır. Allah-u Teâlaya isyan olmadıkça anne-babaya mutlak itaat emredilmiştir. Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerine ise uyulmaz. Ama isyan da edilmez. Bu istekleri yerine getirilmez ve sessiz kalınır ve hürmet göstermeğe devam edilir. Kalpleri çeviren Allah’tır. Ona iltica etmek gerekir. Çocukların anne babalarına gösterdikleri bu sevgi, saygı ve hürmet onların kalplerinin yumuşamasına yol açabilirler. Hedef ve gaye onları kazanmak olmalıdır.

Dinimiz teyze ve dayıyı anne yerinde, hala ve amcayı da baba yerinde kabul etmiştir. Bu sebeple onlara hürmet ve saygı anne babaya yapılmış gibi kabul edilmiştir.

Burada anneye yapılan hizmetin mükafatını ortaya koyan şu ibretli kıssayı dikkatinize sunmak istiyorum:

Hz. Musa bir gün, Allah'a şöyle niyazda bulunmuş: "Allah'ım, cennette sonsuza kadar benim komşum olacak kimseyi çok merak ediyorum. Bana onun kim olduğunu bildirir misin?

Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya: "Sana cennette komşun olacak kişi falanca kasaptır.” diye buyurmuş.

Hz. Musa bu duruma çok şaşırmış. Çünkü o, komşusunun başka bir peygamber veya ermiş bir zat olabileceğini düşünüyordu. “Acaba bu kişi, yapmış olduğu hangi amelinden dolayı, bir peygambere komşu olmaya layık olmuş?" diyerek onu görmek üzere sorarak dükkanına gelmiş. Dükkanda orta yaşlı ve orta boylu bir adam varmış. Müşterileriyle sohbet eden kasap, Hz. Musa içeri girince, "hoş geldiniz" demiş.

Adamın tatlı dilli ve güler yüzlü oluşu nedeniyle Hz. Musa kendi kendine: "Acaba güler yüzlü ve tatlı dilli oluşu sebebiyle mi bana komşu olmayı hak etti.”diye düşünmüş.

Kasap eti tartarken hak geçmesin diye o kadar titiz davranıyormuş ki, Hz. Musa bu defa: “Demek ki, ölçüde çok adaletli olduğu için bunu hak etti.” diye düşünmüş. Hz. Musa’nın yabancı olduğunu öğrenen kasap, onu misafir etmek istediğini söylemiş. O da adamın teklifini kabul etmiş. Akşam kasabın evine gelince, kasap misafiri içi çok güzel bir sofra hazırlamış ve onu çok iyi bir şekilde ağırlamış. Hz. Musa bu kez: "Demek ki, cömertliğinden dolayı bana komşu olmayı hak etti” diye içinden geçirmiş.

Kasap: “Benim yapmam gereken bir işim var, birazdan dönerim.” diyerek, misafirinden müsaade alarak dışarı çıkar. Adam biraz sonra döndüğünde Hz. Musa onun nereye ve ne için gittiğini sorar: O da: "Benim çok yaşlı bir annem var. Babamın ölümünden sonra felç geçirdi. Ben, evleneceğim kimse belki onunla yeterince ilgilenemez düşüncesiyle evlenmedim. İşten döndüğünde onun zaruri ihtiyaçlarını temin ediyorum. Annem çok sakin bir kadındır, fazla konuşmaz. Bir duası vardır sürekli olarak onu mırıldanır.”

Hz. Musa: "Annen nasıl dua eder?" diye sorar. Misafirinin Hz. Musa olduğunu bilmeyen kasap gülümseyerek şöyle der: "Gerçi, pek olacak şey değil amma, annem daima bana şöyle dua eder:

“Evladım ben senden razıyım. İnşallah, cennette Hz. Musa'ya komşu olursun. Ben kim, büyük bir peygambere komşu olmak kim?"

Bu manzara karşısında çok duygulanan Hz. Musa: "İnşallah Allah, annenin duasını kabul edecektir." der ve oradan ayrılır.

Eğer kişinin ana babası vefat etmiş ise, onları daima hayırla yad etmeli, makul olan vasiyetlerini yerine getirmeli, dostlarıyla ilişkisini devam ettirmeli, sadaka vermeli, namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına bağışlamalıdır. Bir mümin duada yalnız kendi nefsi için değil, ana babası ve diğer bütün müminler için mağfiret dilemelidir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“Ey Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana- babamı ve inananları bağışla.”[18]

Peygamber Efendimiz de (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.” (İbni Ebiddünya)
“Bir kimse, anasına, babasına, büyük annesine ve büyük babasına dua etmeyi terk edecek olursa, o kimsenin rızkı kesilir.”

Ayrıca bir evlat, sevabı onlara bağışlamak üzere oruç tutmalı ve hacca gitmelidir. Âlimlerin kısm-ı ekserisi ana-baba için hac caizdir demişlerdir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur “Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.” (Dare Kutni)
Ana-babanın kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı Kerim okumalı. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.” (Hakim)
Onların kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmeli. Peygamber Efendimiz (s.a.v):
“Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.” buyurarak bu hakikatı ifade etmiştir. (Tirmizi)
Eğer bir kişinin ana veya babası kendisinden razı olmadan vefat etmiş, hakkını helal etmemiş ve hatta beddua etmiş ise, bundan dolayı tevbe istiğfar edip, onlar için hayırlı işler yapmalı, yaptığı hayır ve hasenatın sevabını onlara bağışlamalıdır. Bu hal onların ruhlarını memnun eder ve inşallah günahlarının affına vesile olur

Dipnotlar:

[1] En’am Suresi, ayet, 152.

[2] A’râf Suresi 7/172

[3] İsra Suresi 17/23

[4] Mü’minun Suresi, ayet, 8.

[5] Me’âric Suresi 70/32

[7] İsra Suresi 17/23

[8] En’âma Suresi 6/151

[9] Bakara Suresi 2/215

[10] Mektubat

[11] Mektubat

[12] Lokman Suresi 31/14-15

[13] Ahkaf Suresi 46/15

[14] Lem’alar

[15] Tebarânî

[16] Ankebut Suresi 29/8

[17] Mümtehine Suresi 60/8

[18] İbrâhim Sûresi 14/41

Yazar : Mehmet Kırkıncı
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...

Konu Yağmur tarafından (02-07-2020 Saat 15:17 ) değiştirilmiştir..
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 01-16-2018, 21:12
SaRey - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
SaRey SaRey isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2018
Mesajlar: 690
Standart

Vefasız her şey liyakatsizdir.
Allah razı olsun paylaşımınızdan.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Vefa... Yağmur Öyküler & Hikayeler 0 11-15-2011 00:36
cuma gününün önemi nedir? CUMHUR Namaz 0 06-24-2011 21:46
Dinimizde birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi nedir? CUMHUR İslami Sorularınız!! Sorularla Cevaplar! 0 05-21-2009 14:08
Vefa Nedir? CUMHUR İslami Sorularınız!! Sorularla Cevaplar! 0 07-25-2008 23:00


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:12 - Tarih: 03-29-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.