Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=EDEBİYAT ve KÜLTÜR=-- > Kitap ve Dergi Bölümü

Kitap ve Dergi Bölümü Kitap ve Dergi Paylaşımları (Roman) v.s

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler
  #21  
Alt 08-02-2008, 14:23
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(22)

MEHMET HIZLA DEĞİŞİYORDU

Mehmet'e olan o uzun sohbetin üstünden tam bir hafta geçmişti. İçimde heyecanla karışık, bir ümit vardı. Mehmet'ten yana güzel gelişmeler ve güzel haberler bekliyordum.
Bu bir hafta süresi içinde birkaç kez karşılaşıp, el sıkıştık ve ayak üstü hal-hatır sordum.
Atılgan, girişken, pervasız ve içinden geldiği gibi konuşan Mehmet, durağanlaşmış, sessizleşmiş, sanki kalabalıklar içinde kaybolmak ister gibi, özel bir gayretin içine girmişti.
Mehmet'in bu hali beni endişelendirmişti. Güzel ve ümit dolu haberler beklerken, bilinmeyen ve çetin bir psikolojik havaya bürünüş olabilme ihtimalinden dolayı da, bir korku içindeydim.
Mehmet tek başına bir evde kaldığı için, onun neler yaptığını, sorma veya bilme şansım da yoktu. Kendisini çağırıp, durum hakkında konuşmayı da erken veya fazlaca üzerine gitme olarak görüyordum.
O günlerde, bir manava sebze almak için girmiştim. Manav, tanıdık bir dosttu. Mehmet de manavın kiracısıydı.
Ben ki Mehmet'i için hazırlandı ki, Manav benden önce davranarak:
"Hocam, şu senin öğrencine ne oldu bu günlerde? dedi.
"Hayır mı? diye atıldım.
"Vallahi, bu gence bir şey olmuş. Önceden, oturduğu daire, gürültü ve şamatadan yıkılırdı. Birkaç gündür derin bir sessizliğe büründü. Sabaha kadar da elektriği yanıyor. Herhalde sessiz sedasız bir işler çeviriyor.
Evet bir şeyler vardı. Bunu ben de hissediyordum. Ama herhangi bir yorum yapmadan ayrıldım.
Mehmet'te çok önemli gelişmelerin olduğu belliydi. Ancak, hangi yöndeydi? İşte bütün endişem ve bekleyişim bu noktada düğümleniyordu.
Beni yeniden sık sık ziyaret etmeye başladı. Soruları, merak dolu araştırması, arayışları hızla devam ediyordu. Onun için çok şey hala bilinmezdi.
Mehmet'le ilgili acele ettiğimi anladım. Mehmet'in çok geniş bir alemi vardı. Ağır ağır, hazmede hazmede gitmeliydi.
Verdiğim kitapları okuyor ve her kitaptan sonra da, kafasına takılan soruları ve merak ettiği konuları konuşuyorduk.
Hızla değişmekteydi.
Davranışları, tavırları, görüşleri ve yorumları fevkalâdeydi. Çok zekiydi. Çok çabuk kavrıyordu.
Çok iyi anlıyor, olayları ve püf noktaları çok rahat yakalayıp, önemli noktalarını çıkarıp, alıyordu.
Çevresindeki başıboş arkadaş grubunu terk etmişti. Artık kendi âleminde, kendi içindeki fırtınayı dindirmeye, bulanık dünyasını aydınlatmaya, hayatına yeni bir düzen vermeye çalışıyordu.
Düzceli Mehmet'in mücadelesi tam sekiz ay sürmüştü.
alıntı..........
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #22  
Alt 08-02-2008, 14:24
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(23)

ARTIK ONDAN BİR MUJDE BEKLİYORDUM

İnceleyen, araştıran, soran ve hazmederek ilerleyen bir yapısı vardı.
Bu süre içinde yüzlerce defa birlikte olduk, sohbet ettik, defalarca da sabahladık.
Artık ondan bir müjde bekliyordum. Ama bu müjde bir türlü gelmiyordu.
Yaz tatili için Düzce'ye dönmeden önce, yine beni bir akşam telefonla aradı.
"Hocam, yarın bana bir zaman ayırın, sizinle konuşmam lâzım, dedi.
Kendisiyle odamda buluştuk.
Karşıma oturdu. Şöyle baştan aşağı süzdüm. Ne kadar değişmişti. O yerinde duramayan, pervasız, açık sözlü, darmadağın Mehmet gitmiş, yerine; olgun, oturaklı, ağırbaşlı ve tam bir beyefendi gelmişti.
İçimden:
"Ya Rabbi diyordum, bu gence hidayet nasip et. Çok kabiliyetli ve çok zeki bu genç zayi olmasın.
Eğer bazı hakikatleri anlayamazsa, topluma çok zararlı bir hale girecektir.
Bir ara göz göze geldik. Yüzünde durgun, buğulu ve nemli ifadeler vardı. Göz parıltılarında bazı hisli ve hüzünlü bulutların oynaştığı belliydi.
"Hocam, dedi, titrek ve ağlamaklı bir ses tonuyla. Bu gün namaz başladım ve seccademin başında saatlerce ağladım. Beni bir kuvvet kendine çekti, içimdeki elemi, kederi ve sıkıntıyı sanki ağlaya ağlaya döktüm.
Hem konuşuyor, hem de o bulutlu gözlerden yaşlar boşalıyordu. Benim de için yerinden oynadı. Ağlamamak için kendimi zor kontrol ediyordum.
"Hocam bu namaz, ne tatlı, ne kadar ulu, ne kadar haz veren bir ibadettir. Allah ile karşı karşıya olmak, ona istekleri bizzat takdim etmek, halini arz etmek, yalvarmak, af dilemek insanı ne kadar rahatlatıyor. Ve ne kadar huzura kavuşturuyor.
Artık Allah'a söz verdim. Bundan sonra ona layık kul olacağım. Ama benim o kadar günahlarım var ki, acaba Allah bunları affeder mi?
Son cümleyi zor tamamlamıştı. Nasıl ağlıyordu, sarsıla sarsıla... Dayanmak mümkün müydü?
Ele, avuca sığmaz, kontrolsüz ve darmadağın bir delikanlının, masum, bir çocuk gibi oturup ağlayışı, içimi yakmıştı. Göz yaşlarımı göstermemek için kendimi sıktıkça sıkıyordum.
Sen ne büyüksün Allah'ım? Sen hidayet nasip edince, kimler önünde diz çökmüyor ki? Kimler secdeye kapanıp af dilemiyor ki? Bunların sayısını artır...
Kim derdi ki Düzceli Mehmet, o dillere destan boş vermişliğini bırakıp, namaza başlayacak, Allah'a tam kul olmak için söz verecek ve göz yaşı dökecek...
Karşımda hıçkırıklara boğulan Mehmet'i teselli etmeye çalıştım. Cenab-ı Hakk'ın ne kadar mağfiret sahibi olduğunu, kullarını affetmeyi ne kadar sevdiğini ifade ettim. Kendisini kucakladım, öptüm... Ve tebrik ettim.
Düzceli Mehmet'in ilk halini bilenler, değiştiğine bir türlü inanmıyorlardı.
"O yine rol yapıyor, deyip geçiyorlardı.
Evet o bir rol yapıyordu. Ama bu sefer gerçek bir kulluk rolüydü. Bu rolü öylesine benimsemişti ki, sanki bütün zerrelerine sindirmişti. Bu rol Düzceli Mehmet'e çok yakışıyordu.
Mehmet Düzce'ye, ailesine kavuşunca, anne ve babası bayram etmişlerdi.
Mehmet'in ailesi, bir Bulgar göçmeniydi. Bulgaristan'ın, Müslüman Türklerin dillerini ve dinlerini değiştirmeleri için dayanılmaz baskılar yaptığı bir dönemde, merhum Turgut Özal'ın girişimleriyle Türkiye'ye gelen binlerce aileden birisiydi. Ailenin reisi Salih amca ve eşi Bayse teyze üç çocuğunu alarak, Türk sınırına çok yakın, küçük bir yerleşim yeri olan Elkova'dan Türkiye'ye sığınmışlardı. Aile, bir müddet Çorlu ve İstanbul'da kalarak bal ticareti ile uğraşmışlar ve bu ticarette ise, başarılı olup, orta halin üzerinde bir ekonomik seviyeye gelmişlerdi. 1996 yılından beri de, yazları Düzce'de, kışları da Çorlu'da yaşamaya başlamışlardı. Çok çalışkan ve çok misafirperver bir aileydi.
Babası Salih amca, Mehmet'le ilgili ailenin duyduğu bu sevinci, bana uzun bir mektup yazarak anlatmıştı. Sevinç, huzur ve göz yaşı dolu bu mektupta:
"Mehmet'i yola getirmek için neler yapmadık ki, diyordu. Bu çocukla ne maceralar yaşadık. Onun yüzünden, ne kendisinin, ne de bizim başımız beladan kurtulmamıştı.
Mehmet'in namaza başladığını ne güzel bir dönüş yaptığını görünce inanamadık. Bizlere şaka yapıyor zannettik. Şaka değil de, doğru olduğunu anlayınca, annesiyle birlikte ne kadar sevindik anlatamam. Dünyalar bizim oldu. İnanın günlerce sevinç gözyaşları döktük. Büyük Allah bizlere bu günleri de gösterdi.
Şimdi evimize huzur geldi, mutluluk geldi. Namazları bütün hane halkı cemaatle kılıyoruz. Kendisi gece teheccüt namazına kalkıyor, bol bol Kur'an tefsiri okuyor. Her akşam kardeşlerini toplayıp, Rîsale-î Nûr'dan sohbet yapıyor.

Büyük Allah bu sevincimizi daim etsin."

Babasının mutluluğu, heyecanı ve göz yaşları, adeta içime akarak, beni çok duygulandırmıştı. Mehmet'in bu iman yolunda daim ve muvaffak olması için, Yüce Rabb'ime dualar ettim.
Bu duyguyu öğretmen olmayanlar bilemez. Bir öğretmenin yaramaz ve zararlı bir öğrencisi onu çok üzdüğü gibi, başarılı ve hele Mehmet gibi, bir ömür tazeleyen bir öğrencisi de, kendi çocuğu gibi sevindirip, onu mutlu edecektir.
alıntı............
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #23  
Alt 08-02-2008, 14:25
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(24)

MEHMET'İN GEÇİRDİĞİ KAZA VE ESRARENGİZ BİR MİSAFİR

Yaz tatilinde, Mehmet, Düzce'den Ankara'ya gelirken, Ankara yakınlarında bir kaza geçiriyor. Otobüsteki yolculardan on beşi ölüyor, büyük bir kısmı da yaralanıyor. Yaralılar arasında Mehmet'te var. O'da ağır yaralı bir şekilde, Ankara Numûne Hastanesi'ne getiriliyor.
İşte, Mehmet'in hayatında bir dönüm noktası olan o "İbretli Hadise", bu hastanede cereyan ediyor.
Gerçekten çok ibretli, çok anlamlı ve çok duygulu bir hadisedir.
Mehmet, hastanede, on gün komada kalıyor. Daha sonra da şuuru açılıp kendine geliyor. Ama gözlerini açamıyor, konuşamıyor. Kafasından aldığı darbe gözlerini kör ediyor ve konuşma yeteneğini silip, götürüyor. Yani Mehmet, gözsüz ve dilsiz bir dünyaya geliyor. Bu çok müthiş ve dayanılmaz bir haldir. Bu durum karşısında etrafındakiler kahroluyor. Bu genç yaşta bir insanın kör olması ve konuşamaması, çevresini çok üzüyor.
Ama Mehmet'in zihni açık olduğu için, bu durumu kendisine asla dert etmiyor. Sürekli olarak, işaretlerle çevresindekilerini teselli etmeye çalışıyor.
Her şeyi veren, gören ve düşünen Yüce Allah'a karşı büyük bir şükür ve teslimiyet içinde oluyor. Çünkü veren de o, alan da... Sağlığı da o veriyor, hastalığı da... Her verdiği bir şeyde, mutlaka büyük bir hikmet ve büyük bir hayır vardır. Sabırla sonunu beklemek gerekiyor.
Mehmet, şuuru açık, ama gözleri kapalı bir şekilde, sürekli olarak Allah'a dualar ediyor, yalvarıyor, af diliyor ve şükrediyor.
İşte olanlar, o gece oluyor... Yani, bir Cuma gecesi...
O gece, Mehmet yine büyük bir tefekkür ve büyük bir hamd içinde yatıyor. Allah'ın büyüklüğünü ve rahmetini, kul olmanın faziletini, imanın hazzını, Ahreti ve hesap gününü düşünüyor. Eksik, noksan ve günahlarından dolayı, Allah'ın merhametine sığınıp, göz yaşlarıyla bağışlama ve af istiyor.
Öyle bir âlemde, öyle müthiş hislerle dolu ve öyle bir samimiyetle kendini manevi bir iklime atıyor ki, saatlerce ağlayarak, Allah'a yakarıyor.
Odasında yalnız, elektrikler hafif karartılmış, sessizliğin bütün odalarına ve koridorlara yayıldığı bir anda, kapı açılıp içeri birisi giriyor. Gözleri görmediği için kim olduğunu anlayamıyor. Kulağı da çok az duyduğu için kısık bir sesle;
"Toparlan, diyor. Şimdi odaya çok mühim bir misafir gelecek. Seninle görüşecek. Toparlan da onu karşıla.
Göremeyen ve konuşamayan bir insan, misafiri nasıl ağırlayacak ve neler diyecek veya isteyebilecek? Yalnızca anlattıklarını duyabilecek.
Aradan çok geçmeden, kapı yeniden açılıyor. İçeriye beklenen misafir geliyor.
Gelen misafir, Mehmet'in yanına oturup, ellerini tutuyor ve başını okşuyor.
"Kardeşim, seni tebrik ederim, diyor. Beni sana Resûlullah Efendimiz gönderdi. Ben seni talebeliğime kabul ettim. Senin bütün günahlarını ben üzerime aldım. Korkma daha ömrün var. Ama, çok kısadır. Sekarat anında senin yardımına geleceğim. Senin samimiyetin ve halisiyetin, Peygamber Efendimizin şefaatini celbetti.
Sana söyleyeceklerimi unutma, aynen yerine getir. Bunları yaparsan, korkma kurtulacaksın.
Mehmet, müthiş bir halete girmiştir. Duydukları karşısında adeta kalbi duracaktır. Heyecandan terler boşalmış ve sırılsıklam olmuştur.
Kendisini ziyaret eden zat, öğütlerini sıralamaktadır.
Kaza namazlarını ve kaza oruçlarını bitir. İbadetleri aksatma... Her gün Cevşen ve Risâle-i Nûr oku ki, bütün alemin, Adem Peygamberden kıyamete kadar meydana gelen hasenatlardan hisse alasın.
Ama, Mehmet'in gözleri görmüyor ki, okuyabilsin. Bunu Mehmet hatırlatmak istiyor, ama konuşamıyor. Sonra bu zatın kim olduğunu bilmek istiyor, ama sormak ne mümkün?
Yanındaki müşvik zat, sanki bu isteği duymuş gibi cevap veriyor.
"Sana müjde kardeşim, gözlerin açılacak ve konuşacaksın.
Ben Bedîüzzaman Sâîd Nûrsî'yim. Yanımdaki zat da benim talebem Zübeyir'dir. Seni de talebeliğime kabul ettim.
Haydi Allah'a emanet ol!
Kapı örtülüyor. Mehmet'te can havliyle, sanki arkalarından yetişmek için kendisini yere atıyor. Kendine geldiğinde ise, hem gözlerinin gördüğünü, hem de, konuştuğunu anlıyor.
Mehmet bu heyecan, bu lütuf ve ikram karşısında başını yere kayıyor, saatlerce ağlayıp, Allah'a şükrediyor.
Ama, gözlerinin gördüğünü ve konuşabildiğini, hastaneden çıkıncaya kadar saklıyor. Bu harika hali, anlayamayanlar çıkar ve başka manalar verir diye endişeleniyor. Ama bunu, annesi ve babasına anlatıyor.
Bu hadiseyi, Mehmet hastaneden çıkınca dinlemiştim. Bu olayı anlatırken, hem kendisi saatlerce ağlamıştı, hem de beni ağlatmıştı.
Çok ibretli bir hadiseydi...
alıntı........
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #24  
Alt 08-02-2008, 14:26
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(25)

DÜZCELİ MEHMET BAMBAŞKA BİR İNSAN OLMUŞTU

Düzceli Mehmet'in kaza geçirmesi, onun hayatını değiştirmişti. Sanki, o yerinden duramayan, atik, girişken, yırtıcı ve pervasız Mehmet gitmiş, yerine bambaşka bir Mehmet gelmişti. Adeta dünyadan kopmuş, bir melek hayatı yaşamaya başlamıştı.
Bütün günü, Allah'a ibadet etmekle, tövbe ve istiğfarla geçiyordu. Mehmet'in eski hayatını bilenler, buna inanamıyordu.
Sîmâsı, bakışları, hareketi, konuşması ve her hali insana ders veriyordu. Sanki, her şeyiyle, yakında gideceği ölüme hazırlanıyordu.
Çevresindeki insanlardan sıkılıyor ve onların ölçüsüz başıboş davranışlarından rahatsız oluyordu. Hayata ve hadiselere bakış şekli öylesine değişmişti ki, inanın ahiret hayatına ters olan bir fikir, bir görüş ve bir davranış onu son derece sıkıp, rahatsızlık veriyordu. Çünkü, Mehmet bazı gerçeklere inanmakla kalmamış, adeta onları hissetmiş ve yaşamıştı. Zaten başka türlü davranması da beklenemezdi.
O yaz kendisini davet ettim. Bir hafta kadar beraber olduk.
Mehmet gerçekten erişilmez tertemiz ve pırıl pırıl bir genç haline gelmişti. Bütün gününü Allah ve ahiret için planlamıştı. Zaman zaman kendisini frenlemek istediğim zaman;
"Hocam, daha fazlasını yapmalıyım. Benim günahlarım çok. Bunun için durmamam, yatmamam ve uyumamam lâzımdır. Yoksa ebedi hayat tehlikeye girecek. Bu imtihanda dostluklar kabir kapısına kadardır. Münker ve Nekir meleklerine hesabını ben vereceğim. Başkasının dostluğu ve arkadaşlığı orada geçersizdir. Öyleyse ben nasıl durabilirim? Beni kurtaracak olan, yine benim ibadetlerim olacaktır.
Cenneti kazanmak, ebedi bir huzura ve mutluluğa ermek çok heyecanlandırıyor. Ama asıl heyecanlandıran şey, uğruna milyarlarca hayatımı feda etmeye hazır olduğum Peygamberimiz (A.S.V.) kavuşmaktır. Ve yine, benim gerçek bir dönüş yapmama ve iman hakikatlerine erişmeme vesile olan Risâle-i Nûr eserlerinin müellifi Bedîüzzaman Saîd Nûrsî Hazretlerini görmek, onun ellerini öpmek, tarifsiz bir haz veriyor. Bu mübarek insanlar olmadan Cennet bile insanı doyurmuyor sanki...
Müthiş bir sırra ermişti. Sanki önünde imtihan perdeleri kalkmış, bilerek ve hissederek konuşuyordu.
Düzceli Mehmet'in "Ölüm"le ilgili şu tespitleri, kendisinin manen geldiği noktayı çok iyi özetlemekteydi.
"Hocam ben, önceleri ölümden, cenazeden, mezardan, selâdan ve ölümü hatırlatacak her şeyden çok korkardım. Ölümden korktuğum için, Allah, Peygamber, Kur'an ve ahiret gibi hususları (hâşâ) inkâr ederek kurtulmak isterdim. Sanki inanmamakla, ölümün ve ahrete dair sorumluluğun yakamı bırakacağını zannederdim.
Gece yatınca en çok rahatsız olduğum şey, karanlıktı. Karanlık bana ölümü ve mezarı hatırlatırdı.
Hayata boş vermekle, düzensiz, kuralsız yaşamakla ve inanmamakla, sanki kendimin dünyadaki varlığını da inkâr edip, unutulmak ve bu ölüm hesabına dahil olmamak isterdim. Bu bir anlamda, kulluktan kaçıştı. Yani Allah'a ve ahrete inanmamak ölmeye maniymiş gibi geliyordu. Halbuki inanmamanın ölmeye değil, cennete girmeye mani olduğunu sonra anladım.
Allah'a şükür, artık ölmeden önce, ölümü sevmeye başladım. Ölüm, ecel, mezar ve ahiret dostlarıma, sevdiklerime ve ebedi rahata, huzura kavuşmak için bir menzil, bir vesile, bir bilet imiş. İnsanın en sevdiği dostuna kavuşturacak ölümden kaçılır mı? Ölüm beni Allah'a, Peygambere ve nice muhterem insanlara kavuşturacak. Bunun için ölümü çok seviyorum ve asla korkmuyorum.
Risale-i Nur Kitaplarından ÖLÜM'le ilgili şu tespitleri okuyunca, ÖLÜM'e karış bakışım değişti. Adeta ölümü sevmeye başladım. Ölümle ilgili ezberlediğim metinler şöyleydi;
"Ey biçareler, mezaristana göçtüğünüz zaman, 'Eyvah! Malımız harap olup, sa'yimiz (çalışmamız) hebâ oldu; şu güzel ve geniş dünyada gidip, dar bir toprağa girdik' demeyiniz, feryat edip me'yus olmayınız... Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celp edip, yer altında (mezarda) muvakkaten (geçici olarak) durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz" (Mektûbat)
"Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet (ibadetler) boşuna gitmez... Senin şu fani dünyaya bedel, bâki bir cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlik-ı Zulcelâl'in va'dine iman ve itimat et." (Mektûbat)
"Ey insan! (ölünce) fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata (sonsuz karanlığa), nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip, düşünmeyiniz. Sizi fenaya (fani olmaya) değil, bekaya (daimi yaşamaya) gidiyorsunuz. Ademe (yok olmaya değil, vücud-u dâimiye (daimi varlığa) sevk olunuyorsunuz. Zulümata (karanlığa) değil, âlem-i nûra (nur âlemine-cennete) giriyorsunuz...Firaka (ayrılığa) değil, visâle (kavuşmaya) müteveccihsiniz (yönelmişsiniz)." (Mektûbat)
Ölümle ilgili şu son tespitler beni çok rahatlatmıştı.
"Ölüm, idam değil, firak (ayrılık) değil, belki hayat-ı ebediye (ebedi hayat) mukaddimesi, mebdeidir (başlangıcıdır). Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekandır (mekan değiştirmedir). Berzah âlemine göçmüş taife-i ahbaba (ahbaplar kafilesine) kavuşmaktır." (Mektûbat)
İşte, hakiki iman, mükemmel iman, görerek, okuyarak, hissederek ve anlayarak iman bu olsa gerek...
Mehmet bu imanın ve bu inancın heyecanıyla öyle bir âleme girmişti ki, kendisine gıptayla baktığımızın farkında değildi. Başka bir ifadeyle, imrenilecek bir manevi makamı vardı. Bunu, gördüğü rüyaları anlatınca anlamıştım.
Öyle rüyalar görüyor, öyle şeyler hissediyor ve imanın öylesine hazzını ve huzurunu yaşıyordu ki, çevresindeki dünyayı, insanları ve olayları görmüyordu.
Önceleri talebemiz olan Mehmet'i, artık bir talebem olarak değil, onun tespitlerini ve sohbetini dinlemekten büyük zevk aldığım, yetişkin ve olgun bir insan olarak görüyordum. Şimdi o bizim talebemiz değil, biz onun talebesi hükmüne geçmiştik.
Uzun saçlı, boynu ve kolları aksesuarlarla dolu, garip bir elbise ve anormal denecek kadar dikkat çeken davranışlar, pervasız ve kuralsız kişiliği ile ün yapan Mehmet, oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla, fevkalade önemli ve etkili tespitleri ve görüşleriyle çevresindekilere dersler veriyordu.
alıntı.............
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #25  
Alt 08-02-2008, 14:27
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(26)

DİN ADINA KATLİAM YAPILIR MI?

Bunlardan birisi şöyle cereyan etmişti.
Mehmet, ben ve bir başka misafirimle birlikte çay içiyorduk.
Konuştuğumuz konuyla ilgili olarak misafirimiz şöyle bir soru sormuştu.
Peki din ve dînî duygular insanı son derece olgunlaştırıp, mükemmel bir insan haline getiriyorsa, din adına birçok katliam yapıp, terör estiren İslâmcı teröristlere ne demeli?
Muhatabım çok önemli bir konuya gelmişti. Bu ve buna benzer bir çok soru, birçok insanın aklını kurcalamaktaydı.
İslam ile terörün, din ile katliamın ne ilgisi olabilirdi?
"Ortada son derece yanlış anlatılan veya yanlış anlaşılan bir husus var, dedi. Mehmet, benden izin alarak
Bunu ben iki açıdan ele almak isterim:
Birincisi: Kur'ân'ın bütün ayetleri ve Peygamberimizin bütün hadisleri incelendiğinde, insanı öldürmenin ve insana zarar vermenin en büyük günahlardan birisi olduğu görülecektir.
Bir insan İslam'ın emirlerini ne kadar okuyup uygularsa; o kadar dini bütün, olgun davranışlı, hak ve hukuka riayet eden, insanların kötüsü bile olsa ona zarar vermeyip, onu kurtarmaya çalışan bir anlayışa kavuşur.
O zaman gerçek bir müslüman asla terörist olmaz ve bir cana kıymaz. Bunun Allah indinde çok ağır bir suç olduğunu bilmektedir.
Eğer bir insan din adına bir suç işleyip, bir insan öldürüyorsa, ya onun gerçekten bir müslüman olmadığı veya İslam'ın emirlerinden hiç etkilenmediği anlaşılır.
İkincisi: Devlet, yüzde yüze yaklaşan bir oranda müslüman olan vatandaşının, dini eğitimini düzenli ve sistemli olarak karşılamalıdır.
Eğer devlet vatandaşının dînî eğitimini karşılamazsa veya göz ardı ederse, o boşluğu dolduran ehliyetsiz kişi veya kişiler çıkacaktır. Veya devlete şu veya bu şekilde zarar vermek isteyen kişi veya gruplar, devletin dine olan soğukluk ve uzaklığın istismar etmeye başlayacaktır.
Devlet buna fırsat vermemelidir.
Düşünün ki, bu memlekette Tıp fakülteleri kapatılsa ve doktor devlet eliyle yetiştirilmezse, bu boşluğu dolduran birçok ehliyetsiz insanlar çıkıp, insanların malını ve canını istismar edeceklerdir. Bunun çaresi ve bu istismarı insanları ortadan kaldırmanın yolu, Tıp fakültelerini aşıp, doktoru bilimsel metotlarla yetiştirecektir.
Dînî eğitim konusu da böyledir.
Vatandaş dinini hem öğrenmek, hem de çocuğuna öğretmek isteyecektir. Bu istek, okullar yoluyla düzenli ve sürekli şekilde yapılmazsa, ehliyetli kimselere bu yaptırılmazsa, bu konuyla ilgili istekler karşılanmazsa, bu boşluğu dolduran art niyetli insanlar kendini gösterecektir.
Konuyu özetlersek, bir müslüman asla din adına bir adam öldürmez, eğer öldürüyorsa, ben müslümanım diyemez.
Devlet müslüman vatandaşının dini eğitimini başkalarına bırakmamalı, kendisi karşılamalıdır. O zaman bu tür istismarların önü büyük ölçüde alınacaktır. Bunu yaparken de, asrın hastalığını çok iyi teşhis eden ve çok etkili çareler sunan Risâle-i Nûr kitaplarının sunduğu hakikatlere de dikkat etmelidir. Çünkü Risâle-i Nûr kitapları bu zamanın manevi problemlerine çözüm sunan bir Kur'an tefsiridir. Benim ve benim gibi binlerce zararlı gençler bu hakikatler sayesinde vatanına faydalı bir vatandaş haline gelmişlerdir.
Mehmet, sözü bana bırakmayıp, kendisi almanın ve cevabı da kendisi vermenin biraz mahcupluğu içinde;
"Ne dersiniz hocam, diye fikrimi sordu.
Ben de:
"Aynen öyle... Tespitlerine katılıyorum. Çok güzel özetlediniz dedim.
Mehmet'in soruya verdiği cevap ve Risâle-i Nûr kitaplarıyla ilgili tespitleri son derece çarpıcıydı. Olayların içinde yaşamış, farklı görüşleri ve farklı açıları yakalamış bir insanın tespitleri de isabetli ve doyurucu oluyordu. Çünkü "Yaşayan bilir, bilen konuşur" kaidesince, Mehmet gördüğünü, hissettiğini ve yaşadığını anlatıyordu.
Mehmet'le olan kısa beraberliğimde, ona yakın olmanın ve onun dostluğunu kazanmanın büyük bir hazzını yaşamıştık.
Giderken bana bir şiir vermişti.
"Hocam, bunu gittikten sonra oku, demişti. Ben de öyle yaptım.
alıntı.......
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #26  
Alt 08-02-2008, 14:30
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(27-28)

HOCAM

Günlünden koparıp, ayırma beni,
Ben sensiz olamam, bilesin hocam.
Dört gözle beklerdim, sabah gelmeni,
Hep mesut olasın, gülesin hocam...

Seninle buldum, hazzı, huzuru,
Sensiz hayat ölü, çirkin, kupkuru,
Kalbimin gıdası, aklımın nûru,
Sen bir kucaksın, yuvasın hocam.

Kalbime sevgiden bir tohum attın.
Ruhuma imandan bir maya kattın.
Beni kurtarmak için, çok plan yaptın.
Sevabı Allah'tan, alasın hocam...

Gayesiz, başıboş hayatım vardı.
Ruhumda fırtına, dünya da dardı.
Babam çok üzülür, anam ağlardı.
Beni kurtardın, bilesin hocam...

Adam olmazları sen adam ettin.
Her derde koştun, her şeye yettin.
Hayatını, bu uğurda tükettin.
İnşallah cennetlik olasın hocam.

Bu güzel şiiri kendim için değil, belki de binlerce, yüz binlerce insanın manevi hocası olan Kur'an tefsiri Risâle-i Nûr külliyatı adına almıştım. Çünkü, Mehmet'in hakikatlerle buluşmasına ve müthiş bir dönüş yapmasına bu eserler vesile olmuştu. Hal böyle olunca da, tabi ki o şiirdeki "Hoca" da ben değildim.


MEHMET'İN BİR GÜNLÜK PROGRAMI

Mehmet'in trafik kazası hadisesinin üstünden bir yıla yakın bir zaman geçmişti.
Trafik kazası Mehmet'in hayatında çok derin, çok önemli ve çok ibretli izler bırakmıştı. Adeta, bütün hayatını yeniden yorumlamasına, yeniden planlamasına ve yeni bir bakış açısıyla yeniden tanzim etmesine vesile olmuştu. Öyle tahmin ediyorum ki, hastanede gördüğü o ibretli olayın hepsi, bana anlattığı kadar değildi. Bana anlatmadığı ve kendisinden bir sır olarak kalan çok önemli konular ve çok çarpıcı hususlar vardı.
Birlikte olduğum günlerde bir günlük programı dikkatimi çekmişti. Benim gözleyebildiğim kadarıyla bir günlük programında şunlar vardı.

1- Günde dört saat uyku.
2- Her gün kaza namazları ve kaza orucu
3- Günde iki vakit yemek
4- Her gün bir cüz (20 sayfa) Kur'an-ı Kerim okuma
5- İki günde bir, Büyük Cevşen'i Hatim etme
6- Günde yüz sayfa Kur'an tefsiri (Risâle-i Nûr) okuma ve fıkıh
bilgileri elde etme çalışması
Her insanın kıldıramayacağı ağır bir program. Sanki, ölüme, ahrete acelesi varmış gibi bütün zamanını kulluk ve yapamadığı ibadetlere ayırmıştı. Belki de o bu aceleyi çok iyi görmüş ve hissetmişti. Aslında her insanın ölüme ve ahrete acelesi vardı. Çünkü, her an karşılaşma ihtimali olan ölüm ve ecelle iç içe yaşıyoruz. İşte Mehmet bunu çok iyi anlamıştı.
Mehmet'le temaslarımız sürüyordu. Sık sık telefonlaşarak, birbirimizden haberdar oluyorduk. Bu telefonlarla Mehmet kendine has ulvi ve temiz duygularını ifade eder, sanki bana kulluk görevlerimle ilgili dersler verirdi. Özellikle de Cuma günleri, Cuma namazından önce beni arayıp, Cumamı tebrik etmeyi ve çok samimi dileklerde bulunmayı bir adet haline getirmişti.
Mehmet'le telefonlaşırken onun ifadesinde, ses tonunda, nezaketinde ve hitap şeklinde sonsuz haz alırdım. Hani bazı konuşma üslupları insanı rahatlatır ve derin bir huzur verir ya işte, Mehmet'in de öyle bir konuşma tarzı vardı.
alıntı.....
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #27  
Alt 08-02-2008, 14:31
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(29)

MEHMET'İN DEPREM GÜNÜ, CUMA NAMAZINDA YAŞADI?I MÜTHİŞ OLAYLAR

Mehmet'le son telefon konuşmamızı l2 Kasım l999 Cuma günü, Cuma namazından hemen sonra yapmıştık. Beni Düzce'den aramıştı. Ben de o esnada, Tokat'ın Turhal ilçesinde, değerli eğitimci meslektaşlarım Nurettin Pala ve Hakkı Kalaycı beylerin misafiriydim.
Mehmet'le telefon görüşmemiz uzun sürmüştü.
Mehmet:
"Ben Düzce'ye geldim hocam, diyordu. Silâyı rahim edeyim ve ailemi göreyim diye...
Beni cep telefonumdan aradığı için, konuşmanın fazla uzamaması açısından, Cuma gününü ve Cuma namazını tebrik edip, kalbî dileklerimi ve temennilerimi sunduktan sonra, ben de teşekkür ettim ve konuşmayı bitirmek istedim.
Ama telefonu kapamıyor ve ayrılmak istemiyordu. Çok önemli bir şey söylemek istediğini anlamıştım.
"Hocam, dedi. Bu Cuma namazı, başka bir namaz oldu. Hayatımda böyle bir namaz kılmadım.
"Nasıl, diye merakla sordum.
O hisli, dokunaklı ve nezaket dolu ses tonuyla derin ve içli bir nefes alarak:
"Bambaşka bir namazdı, diye tekrar etti.
Bir anda sesinin titrediğini, kelimelerin bölünüp, bittiğini anladım. Müthiş bir heyecan içindeydi. Ağlamak ve hıçkırığını bastırmak için, sık sık yutkunuyordu. Çok merak etmiştim. Mehmet'i bu kadar heyecanlandıran ve duygulandıran Cuma namazından neler olmuştu?
"Mehmet, diye atıldım. Kendini toparla hadi... Beni de heyecanlandırdın. Allah kabul etsin, Cuma namazını merak ettim. Anlat, seni dinliyorum.
Yine derin bir solup alıp, sakinleşmeye çalıştıktan sonra devam etti.
"Hocam, her gördüğümü anlatmak nasıl bir şey bilemiyorum. Acaba mesul duruma düşer miyim?
Benim şaşkınlığım gittikçe artıyordu.
"Ne demek, dedim, her gördüğünü anlatmak? Neler gördün de, anlatmaktan tereddüt ediyorsun?
"Neler değil ki... diye, bir anda hıçkırmaya başladı. Hocam neler oldu bu namazında neler... Sanki bir başka âleme gittim. Ben bir başka âlemi yaşadım.
Hıçkırıkları gittikçe artıyordu.
Telefonun bir ucundan ben, diğer ucundan Mehmet, karşılıklı gözyaşı döküyorduk. Çok önemli şeylerin olduğunu anlamıştım. Yine Mehmet beni şaşırtmaya, beni heyecanlandırmaya ve çok ibaretli bir hadiseyle bana önemli dersler vermeye hazırlanıyordu.
Mehmet o temiz kalbi ve tertemiz duygularıyla, gözlerin göremeyeceği ulvî şeyleri gördüğünü tahmin etmiştim. Çünkü Mehmet öyle bir manevi bir makam yakalamıştı ki, o makamda çok şeyler görülebilirdi. Ama kendisi, kendisinin nerelerde olduğunu bilmiyordu.
Hıçkırıkları biraz hafifleyince:
"Mehmet seni dinliyorum, diye üsteledim. Bana anlatmalısın. Çünkü senin yaşadıklarından ibret alacak birçok insan var. Hatta anlatmazsan mesul olursun.
Kendine has tatlı ve dokunaklı bir ses tonuyla anlatmaya başladı.
"Cuma namazı için camiye girdim. Caminin sol tarafında boş bir yer bularak oturdum. Vaiz efendi güzel şeyler anlatıyordu. O anlattıkça ben kendi âlemime dalıp, gittim.
Mehmet tekrar anlatıp anlatmamakta tereddüt edince;
"Sonra, diye ikaz ettim.
"Sonra, kendi dünyamda bir yolculuk başladı. Bu yolculuşu nasıl anlatsam hocam?
Yine sesi titremeyle başlamıştı.
"Nasıl olduğunu bilemediğin ve anlayamadığım bu yolculukta karşıma bütün ihtişamıyla KÄBE çıkmıştı, diye devam etti.
Kendimi o muhteşem kalabalıkta buldum. Orada kılınan Cuma namazında saf tuttum. O heyecanımı size anlatamam. Namazdan sonra baktım KÄBE'nin içine bir kapı açılmış, bazı insanlar oraya gidiyorlar. Ama oraya her insanı almıyorlar. Ben de şansımı deneyeyim, orada ne var diye, kapıya yöneldim. Kapıya kavuşunca baktım, benim çok sevdiğim ve çok iyi bir insan kapıda bekliyor. Onu görünce kucaklaştık.
"İçeri gir Mehmet, bak neler göreceksin" dedi.
Heyecanla içeri girdim. Baktım ki muhteşem bir saray gibi bir yer. Tam karşıda bir kalabalık, kalabalığın önünde de bir kürsü kurulmuş, başta Peygamberimiz (A.S.V.), Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve diğer bazı zatlar ve Bedîüzzaman Saîd Nûrsî Hazretleri...
Ben içeri girince, Bedîüzzaman Saîd Nûrsî Hazretleri ayağa kalktı, beni yanına çağırdı.
"Hoş geldin, kardaşım Mehmet" diyerek kolumdan tuttu, tam Peygamber Efendimiz (A.S.V.) önüne getirdi.
"Ya Resulullah işte Mehmet budur" dedi.
Peygamber Efendimiz saçımı okşadı, ben de mübarek ellerinden öptüm.
Peygamber Efendimiz yüzüme şefkatle bakarak, yalnızca;
"Maşallah" dedi.
O esnada, camide müezzinin sesini duydum ve kendime geldim baktım ki, Düzce'de camideyim.
"Mehmet'im seni tebrik ederim, deyebildim. Ve yine karşılıklı ağlamaya başladık.
Bir müddet sonra da;
"Camide de bambaşka bir cemaat vardı hocam, diye Mehmet içini çeke çeke konuşmasını sürdürdü.
"Nasıl bir cemaat, diye sordum.
"Bambaşka bir cemaat vardı. Bugüne kadar böyle bir cami cemaati görmedim. Özellikle de caminin sağ tarafını doldurmuşlardı. Tek tip elbiseli, son derece namaz âdâbına uygun oturuşları, ciddiyetleri ile dikkat çekiyorlardı.
İlk anda bu insanların bir tarikata mensup bir cemaat olduklarını tahmin etmiştim. Ama değildi. Sanki insan üstü bir görüntü ve çok mükemmel bir davranış içindeydiler.
O namazda aldığım, hazzı ve lezzeti anlatamam. İçime tarifsiz bir huzur dolmuştu. Namaz boyunca ağladım, durdum.
Ben böyle bir namaz, böyle bir cemaat görmemiştim. Böyle bir manevi havayı solumamıştım.
Mehmet kendini bilmiyordu ama, onun iç dünyasında ve gönül ikliminde çok kutsal ve çok ulvî hadiseler cereyan ediyordu. Bütün bunlar, Mehmet'in kat ettiği manevi yüceliğin işaretleriydi. Artık inanmıştım ki, o meleklerle, velilerle ve evliyalarla namaz kılıyordu.
Mehmet'i fazla hislendirip, duygulandırmamak için tekrar telefon konuşmasını kesmek istedim.
Mehmet'in bana son cümleleri şunlar olmuştu:
"Hocam size dün bir mektup yazıp, gönderdim. Ömür kısa, belki de görüşemeye biliriz. Hakkınızı helal edin hocam, ellerinizden öpüyorum.
Ben de;
"Kalbî dualarımı ve iyi dileklerimi ifade ettim.
Karşılıklı göz yaşları ve gönül ıslaklığıyla telefonu kapattık. Bu karşılıklı konuşma Mehmet için adeta bir veda gibi olmuştu.
alıntı........
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #28  
Alt 08-02-2008, 14:32
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(30)

DÜZCE DEPREMİNİN HABERİ, EVİN İÇİNE BİR BOMBA GİBİ DÜŞMÜŞTÜ

Bu telefon konuşmasının üzerinden 5 veya 6 saat gibi bir zaman geçmişti.
Turhal'da kendilerini ziyarete gittiğim Nurettin Pala ve Hakkı Kalaycı Beylerle birlikte akşam yemeğini yiyorduk.
O esnada saat da yirmi olmuş, haberler veriyordu.
İlk haber sanki evin içine bir bomba gibi düşmüştü. Düzce'de 7,4 şiddetinde bir deprem olduğu haberiyle, adeta oturduğum yerde buz kestim, şok oldum.
Tabii ilk aklıma gelen 5-6 saat önce, uzun bir telefon konuşmasıyla dertleştiğim, ağlaştığım ve hatta vedalaştığımız Mehmet oldu.
Ani bir reaksiyonla;
"Mehmet! diye atıldım.
Birlikte aynı sofrayı paylaştığımız arkadaşlar şaşırdılar. Haberin etkisinden dolayı konuyu açamadım ve bütün heyecan ve korkuyla haberi izledim.
Ah Mehmet'im! Ah! Sen aylardan beri bir yere doğru koşar adım gidiyordun. Ölüm ve kabir... Her hareketin, her sözün, her heyecanın ve her gözyaşın bu gerçeğe işaret ediyordu. Sanki etrafına bunu duyurmak için çırpınıyordun.
Derhal telefona sarıldım. Ama ne mümkün... Bir türlü Mehmet'e ulaşamadım. Bu çabam tam iki gün sürdü. Netice alamayınca, depremin üçüncü günü Düzce'ye gittim.
Çok iyi bildiğim ve tanıdığım Düzce tam bir mahşerî kaynaşmayı ve keşmekeşi andırıyordu. Kimin ne yaptığı belli değildi. "Can Pazarı" tabirinin ne manaya geldiğini, kelimenin tam anlamıyla Düzce'de görmüştüm.
Yıkılan evler, bozulan cadde ve sokaklar, etrafa saçılmış eşyalar, birbirlerini kaybetmiş insanlar, feryatlar, figanlar...
Dayanmak, ne mümkün...
O insanlara yardım etmeye ve onlara bir çare sunmaya giden insanlar bile çaresiz kalıyor ve kendisi yardıma muhtaç hale geliyor. Çünkü manzara o kadar yıkıcı ve yandırıcı ki, inanın kendisini ayakta tutması, adeta imkansız...
O feryatların arasında bir yaşlının şu cümleleriyle teselli buluyorum.
"Allah verdi, Allah aldı. Biz kuluz, imtihan dünyasındayız. İnşallah mükafatı, ahirette alacağız.
İnşallah...
Yıkıntılar arasından geçip, Mehmet'in evine ulaşıyorum. O âna kadar sakladığım ümit, apartmanın yerle bir olduğunu görünce bitiyor, tükeniyor.
Bu apartmandan sağ çıkmak ne mümkün. Oraya adeta yığılıp kalıyorum.
alıntı............
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #29  
Alt 08-02-2008, 14:32
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(31)

DEPREM OLURKEN MEHMET NAMAZ KILIYORMUŞ

Sağa sola bakınarak apartman sakinlerine ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
Adının Kamil olduğunu öğrendiğim yaşlı bir amcaya soruyorum.
"Bu evde benim talebem vardı, adı Mehmet'ti. Acaba kendisinin ve ailesinin akıbeti ne oldu?
Yaşlı bey, derin "ah" çekerek:
"Sorma hocam, dedi. O aile bizleri yaktı, geçti.
Yakıcı bu haber, beni de yakmıştı. Bir anda kafama giren bir şimşek, sanki bütün âlemimi altüst etti ve beni adeta ezdi, geçti. Belki de ilk defa kötü bir haberin insanı böylesine hırpaladığına şahit oldum. Bütün vücudum, bir anda sırılsıklam terle doldu. Demek ki "kötü haber" böyle terletiyormuş insanı...
Yaşlı bey devam etti.
"Ben o aileyi iyi tanırım. Bize uzaktan akraba da sayılırlar. Yaklaşık beş yıldır da komşuyduk. Çok iyi bir aileydi. Hele Mehmet, tam melek olmuştu melek... Ama hepsi de bu enkazın altında can verdi. Cesetler çıkarılırken, ben de başlarındaydım.
Yaşlı beyin gözleri bir anda parladı ve olduğu yere çöktü.
"Ah evladım, dedi. Bu yaşa geldim, böyle şeyle karşılaşmadım.
"Ne oldu? Der gibi yaşlı gözlerine baktım.
Yaşlı bey devam etti.
"Cesetlere kavuştuk ki ne kavuşalım. Yerde seccadeler serili. Bütün ev halkı namaz başında ve Allah'ın huzurunda... Son nefeslerini seccadelerinin üzerindeyken vermişler.
Yaşlı amca dayanamadı, ağlamaya başladı.
"Böyle güzel bir ölüm görmedim. Böyle şey görülmüş değil. Böyle ölüm, sıradan insanlara nasip olmaz. O aile başkaydı, o ailede Mehmet vardı, Mehmet, o bir melekti, ben böyle bir genç görmedim.
Yaşlı amca, göz yaşlarını silerek devam etti:
"Mehmet önde, imam olmuş. Sırtında cübbesi, başında sarığı... Anne, baba, kız ve erkek kardeşi de arkada cemaat olmuş...
Mehmet'in elinde kırmızı bir kitap vardı. Bedîüzzaman Saîd Nûrsî'nin Kur'an tefsiri olan SÖZLER isimli kitap...
Herhalde namazı bitirmişler, seccadelerinden kalkmadan Kur'an tefsiri okuyorlarmış...
Yaşlı amcanın anlattığına göre; Mehmet'in elindeki kitap açık, Mehmet'te kitabın üstüne düşmüş. Çok enteresandır ki, kitabın açık olduğu kısmın adı, Haşir Risâlesi, yani ölümü, eceli ve ahreti anlatan bir bölüm... Adeta, o hane halkı, ölüm; namazla ve ahreti anlatan Kur'an tefsiriyle gitmişler...
Müthiş bir durum, ibretli bir hal...
Yaşlı adam anlatmaya devam etti.
"Cesetlere ulaşıp, bu hallerini görünce, işçiler yanaşmadılar.
"Bunlar düpedüz şehid, biz bunlara, bu kirli elimiz ve abdestsiz halimizle dokunamayız" dediler.
Sonra abdestli birisini, bir din adamını çağırdılar. Geldi, cesetleri o kucaklayıp kaldırdı, kitabı da Mehmet'in kolları arasından çekip aldı.
Duyduklarım karşısında adeta, şok olmuştum. Adeta, eridim, tükendim.
"Ya Rabbi senin mağfiretin, senin inayetin ve senin merhametin ne kadar yüce... Seni çok seven bir kuluna, en yüce makamı, şehitlik makamını nasip ettin. Bizi de, mağfiretine ve rahmetine mazhar et! AMİN!
Allah'ı çok seven bir kulun, hayata veda edişi, ölümle, ecelle buluşması, ahirete gidişi tam bir ibret belgesiydi.
"Allah'ı sevmek ve ona kul olmak", adeta her problemin çaresi, her sıkıntının ilacı, ve her çıkmazın çıkış yoluydu.
Devlete isyan etmek, kanunlara uymamak, toplumu karıştırmak, insanlara sıkıntı vermek ve daha birçok zararlı davranışlar, "Allah'ı bilme ve O'na kul olma" anlayışı ve inancıyla çözüleceğinin en ibretli ve en çarpıcı misali Düzceli Mehmet'ti.
Hayata küsmüş, düzene ve kurallara isyan etmiş, topluma başkaldıran bir gencin, nasıl ıslah olduğu konusu, günümüzün toplumsal problemleriyle ilgilenen her insan için ibretti ve çarpıcı bir husustu.
İnsanların birbirleriyle kenetlenmesi, devlet-millet bütünleşmesi, hoşgörü ortamının oluşması, silahtan, kandan ve kavgadan uzaklaşması için; kafa, kalıp ve gönül eğitimine, ıslahına önem verilmesi gerekmektedir. Bunun yerleşmesinde ve insanın kendi içindeki oto kontrolün oluşmasında Allah ve ahiret inancının önemli rolü vardır.
İşte bunun en canlı örneği Düzceli Mehmet'ti.
Düzce'den ayrılırken, arkada yalnız bir Mehmet'i değil, onun umman gibi geniş, hayal kadar derin, arş-ı âlâ kadar yüksek ve nûr gibi parlak dünyasını ve hatırasını da orada bırakmıştım.
Onun yaşadıkları ve gördükleri, benim dünyamda fırtınalar estirmişti. Artık o benim talebem değil, ben onun talebesiydim. Çünkü onun eriştiği makamlar çok ulvî ve çok yüceydi.
Cenab-ı Hak mekanın cennet etsin. Bizleri ahrette ve Cennette buluşturmayı nasip etsin.
alıntı..........
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
  #30  
Alt 08-02-2008, 14:33
TÜRKER - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
TÜRKER TÜRKER isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Forum Yönetim
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: @TÜRKER
Mesajlar: 1,124
Post düzceli mehmet(32)

MEHMET'İN DEPREMDEN BİR GÜN ÖNCE GÖNDERDİ?İ MEKTUP

Beni ümitlendiren, sevindiren ve birazcık üzüntümü unutturan, bana yazıp gönderdiği mektup olmuştu.
Evime geldim ki, rahmetli Mehmet'in mektubu ulaşmış. Sanki karşımda çok sevdiğim Mehmet'i görmek istercesine mektubu açtım.
Titiz ve temiz bir yazıyla kaleme alınmış. Selam ve dualarla başlayan bir yazı.
Bu mektubu bir ibret belgesi olarak sunmak istiyorum.
Aziz, Muhterem ve Çok Kıymetli Hocam:
En samimi ve kalbî dualarımla ellerinizden öpüp, çok iyi bildiğiniz bir talebenizden uzunca bir mektup takdim etmek istiyorum.
Kim bilir, belki de son konuşmamız olacak veya sonun başlangıcı olacak. Onun için, içimi döküp, biraz rahatlamak istiyorum. Bu şekilde çok iyi tanıdığın bu öğrencini, daha iyi tanımış olursunuz.
Daha önce de sizlere söylediğim gibi, bizler bir Bulgar göçmeniydik. Rahmetli Turgut Özal'ın sayesinde ana yurdumuza gelmiştik. Babam iyi bir balcıdır ve bal ticaretiyle uğranış. Bunun için daha çok Çorlu ve İstanbul'da kaldık. Son dört yıldır da yazları Düzce'de kalıyoruz. Ama ben Düzce'yi çok sevmiştim. Bunun için kendime Düzceli Mehmet demekten çok hoşlanıyorum. Babamın Ben ortaokulu Çorlu'da Liseyi de İstanbul'da okumuştum. Kaldığımız yer bir zengin muhitiydi. Çevremdeki arkadaşlar her şeye boş vermiş, sıra dışı, asi ve her kurala karşı çıkan çocuklardı. İmkanları geniş olduğu için her şeyi elde etmeleri kolaydı. Her dedikleri de yerine gelince, sorumsuz ve haylaz bir hayat anlayışı oluşuyordu.
Özellikle ortaokuldayken bazı öğretmenler, din ve dindarların aleyhinde sürekli konuşup, dururlardı.
Dinin modası geçmiş bir inanç olduğunu, ahiret ve hesap gibi bir şeyin olmadığını, insanın bu hayatta istediği gibi yaşaması ve özgürce bir ömür sürmesi gerektiğini anlatırlardı. O zaman din dersine gelen bir öğretmenimiz vardı ama, çok yetersiz ve çok cılız kalıyordu. Sorduğumuz sorulara cevap veremiyor, diğer hocaların "inkâr"la ilgili ileri sürdükleri iddiaları da cevaplayamıyordu. Belki de o ortamda baskı altında korkuyordu.
Bu şekilde ruhumda bir boşluk ve bir inançsızlık oluşmaya başladı. Annem-babam bu duruma karşı çıkıyorlardı ama, kim dinler "öğretmenimiz daha iyi bilir" diye geçiştiriyorduk. Ailem Bulgaristan'da geldiği için, dini duygular açısından kuvvetli bir geçmişimiz de yoktu. Bizler din ve dini değerlerle ilgili bomboştuk.
Liseye geldiğimizde bu durum daha da ilerledi. Çevremizde "Kuralsız Gençlik" diye bir grup vardı. Bu grup, entel, hayata kafa tutan, kurallara uymayan, ciddi şeylere boş vermiş, inkârcı ve elit kesimin çocuklarıydı.
Giyimleri, tavırları, konuşmaları, ilişkileri tamamen sıra dışı ve dikkat çekiciydi.
Benim ailem çok varlıklı olmamasına rağmen, ben de bunlar gibi yaşıyordum. Bu yüzden anne ve babamla sürekli kavgalıydık. Benim bu halime annem çok üzülür ve ağlardı. Babamla bütün köprüleri atmıştık. Beni defalarca evden kovdu, harçlık vermedi. Ama, "Kuralsız Gençlik"ten vazgeçmedim. Çünkü, sorumsuz ve hesapsız yaşamak hoşuma gidiyordu.
Lise son sınıfa geldiğimde bu grubun lideri durumundaydım. Bazı dersleri az bir çalışmayla, bazı dersleri de hocaları tehdit ederek geçiyordum.
Burada gözlediğim en önemli konu şuydu: kuralsız gençler, bu kadar başıboş, darmadağın, inançsız ve isyankar olmalarına rağmen, medenî, cesur, çağdaş ve zamane gençleri olarak nitelenip pek dokunulmuyordu. Halbuki her gün bir disiplin problemi çıkarıyorduk.
Dinine bağlı, çevresine güzel duygular ve örnek davranışlar yansıtan gençlere derhal müdahale edip; gerici, yobaz, antilaik ve Atatürk düşmanı gibi laflarla üzerlerine gidiliyordu. Halbuki bu arkadaşlar, devleti, milleti bizden bin defa daha fazla seviyorlardı. Tabii o zaman bu bizim çok hoşumuza gidiyordu.
Liseyi bitirdikten sonra babam benimle pazarlık etti.
"Ya üniversiteye girersin, ya da asla harçlık ve para bekleme, diye...
Baktım iş ciddi. Hem harçlığın kesilmemesi, hem de biraz çevre değiştirip, değişik ortamlarda eğleneyim diye, bir ay ders çalıştım ve üniversiteyi kazandım.
Allah'a binlerce şükür olsun ki, üniversiteyi kazanmam, bu kötü hayatın sonunu hazırlamıştı.
Okula gelir gelmez. Benim gibi, veya bana yakın düşünenlerle birlikte bir grup oluşturmuştuk. Niyetimiz, okuldan kovulana kadar bazı maceralar yaşamak... Çünkü ruhumda öyle bir boşluk vardı ki, saldırmaktan, üzmekten, kuralları çiğnemekten, sivri ve sevilmeyen davranışlarda bulunmaktan sonsuz bir zevk alıyorduk.
Kimsenin bizi ayıplaması hiç umurumuzda olmuyordu. Tek düşündüğümüz şey, kuralsız, engelsiz ve istediğimiz her şeyi yaşamaktı.
Burada bir gerçeğin daha altını çizmek istiyorum. Yaşamın huzur ve zevk namına yaptığımız bu çılgınlıkla aslında huzur bulamıyoruz, yalnızca kendimizi atlatıyorduk. Çünkü, en sıkıntılı hayat amaçsız ve başıboş olan bir hayattır. Ne yapacağını, nereye gideceğini, nasıl bir hayat yaşayacağını bilmemek kadar insanı sıkıntıya sokan ve huzursuz evden başka bir şey yoktur.
Hâşâ Allah'ı, dini ve ahreti inkâr ettiğimiz halde, yine de içimden bastıramadığım ve önüne geçemediğim bir inanç kıvılcımı vardı. Ama, o kıvılcımı duymamaya ve hissetmemeye çalışıyordum. Aslında aklıma gelen bazı soruları, bazı hocalara ve imamlara sormuştum. Onlar benim istediğim şekilde cevap verip, beni tatmin etmeyince, daha çok inkârımı ve inançsızlığımı artırmıştı. Demek ki, yok, olsa, akıl ve mantığıma uygun cevaplar verirler diyordum.
Sizinle tanışmamız, hayatımın dönüşünde ilk adım olmuştu. Beni en çok etkileyen, sert, aykırı ve pervasız hareketlerime karşı çıkmadan, nezaketli ve yumuşak bir üslupla cevap vermeniz olmuştu. İşte o zaman kendi içinde çok utanmış ve çok mahcup olmuştum.
Fikirlerimi ve görüşlerimi anlatırken beni sonuna kadar dinlemeniz, bana değer vermeniz ve ciddiye almanız içimden size karşı müthiş sevgi ve sempati bağı oluşturmuştu. Çünkü, kaba ve anlamsız hareketlerimden dolayı, o güne kadar hiçbir öğretmen bana hoşgörüyle bakmamıştı ve beni adam yerine koymamıştı. Bundan dolayı farklı bir tavırla karşılaşıyordum.
Sizinle özel olarak tanışıp, sohbetlerinize iştirak ettiğimde, aklıma, kalbime ve iç dünyama farklı, anlamlı ve bambaşka bir dünya doğmuştu. O müthiş bir âlemdi.
Hele ilk sohbetimizde güzel bir giriş yapmıştınız ki, onu hiç unutamam.
"Bütün kâinat, içindeki her şeyle beraber insana koşuyor, insana yardım ediyor, insanı ayakta tutmaya çalışıyor ve insanın varlığını destekliyor. Bir insana hesapsız olarak yapılan bu kadar yatırımın amacı ne olabilir?"
Örneklerle süslediğiniz bu küçük paragraf, beynime bir şimşek gibi düşmüştü. Sanki ilk defa böyle bir şey duyuyordum veya ilk defa insanı keşfediyordum.
Arkasından şu paragrafı okumuştunuz.
"İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp, yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için raptedilir" (Sözler)
Bu paragraf tam benim hayatıma bir cevaptı. İnsanın başıboş olamayacağını ve sonunda bir hesabın geleceğini, anlamlı bir örnekle açıklayan bu paragraf, ikinci kez beni sarsmıştı.
İşte başlangıç böyle oldu.
Sohbetlerimiz, sizden aldığım kitaplar, bana olan sıcak yaklaşımınız ve iltifatlarınız, gönlümü fethetti.
Hele ilk ziyaretlerimde, beni ayağa kalkarak karşılamanız, ayakta kalıp kapıya kadar uğurlamanız, kendi elinizle çay ikram etmeniz, beni size ve anlattıklarınıza bağlayan çok önemli ayrıntılardı. Konuşmalarınızdan çok güler yüzlü haliniz ve sempatik yaklaşımlarınız ilgimi çekiyordu. Çünkü benim dünyada ve yaşadığım hayatta bunlar yoktu.
Kendini Arayan Adam isimli kitabınız, beni etkileyen en önemli ve en ciddi bir kitaptı. O kitapta kendimi ve kafada biriken birçok sorunun cevabını buldum. Bu kitabı her genç istisnasız okumalı ve filime alınarak bütün gençlere gösterilmelidir.
Risâle-i Nûr kitaplarını okuyunca da tam anlamıyla bir gerçeği yakaladım. Ben bir kulum, benim yaratıcım var, her yaptığım işin hesabını vereceğim. Bu çok önemli tespit, ilmî, mantıkî ve aklî delillerle öylesine içime işledi ki, geçirdiğim başıboş hayata lanet okumaya başladım. Beni bu hale getiren öğretmenlere, arkadaşlara ve çevreye çok kızdım. Bizi mahvetmişlerdi.
Meğer ki Allah'a kul olmak ve onu itaat etmek kadar insana huzur, huşu ve haz veren bir başka şey yoktur. Ona secde etmek, ona yalvarmak, ondan istemek, ona sığınmak tarifsiz bir huzur veriyordu. Böyle bir huzur için, nelere sığınıp, nelerden medet beklemiştik.
Şunu çok iyi anlamıştım ki, ailenin, toplumun ve devletin düzeni, huzuru insanların inancına, teslimiyetine, ahrete olan inanca bağlıdır. Yaptıkları en küçük hatanın hesabını vermeye inanan insanlar kime zarar verebilir? Hangi kanunu çiğneyebilir? Kime silah çekebilir, kimin kanını dökebilir? Kimi incitebilir?
Eğer toplumda kargaşa, huzursuzluk, haksızlık, zulüm ve çatışma varsa, insanlar kulluğunu dünyaya ne için geldiklerini ve hesabı kime vereceklerini unutmuşlardır. İnsanı ve toplumu başka türlü kontrol altına almak mümkün mü? Bunu ben kendi hayatıma bakarak çok iyi anlıyorum. En büyük kontrol ve asayiş, insan içindeki denetçi ve yasakçıdır.
Kâinat insan için yaratılacak, kâinat içindeki milyarlarca nimetler insan için var edilecek, bütün mahlukat insana hizmet edecek, peki insan bu kadar masrafa karşı ne yapacak? Görevi ne olacak? Nasıl bir hayat sürecek? Hayatını nasıl düzenleyecek? İlişkileri, tavırları ve görevleri ne olacak? İşte gençliğe bunlar anlatılmalı, bu konular işlemeli. İşlemeli ki, insan nasıl bir kıymet ve emanet taşıdığını, bu hesabı nasıl ve kime vereceğini bilsin. Benim okuduğum ve çok istifade ettiğim Risâle-i Nûr kitapları konuya bu açıdan bakıyor ve inanç değerlerini bu metotla ele alıyor. Bunun için çok okunan bir Kur'an tefsiri...
Allah'a şükür, yaratanımı tanıdım, görevlerimi anladım. Dünyanın faniliğini hissettim. Bir hesap yerine ve hesap günüme süratle yaklaştığımı gördüm. Bunun için ömür kısa, yapılacak işler çok, Bir saniye bile boşa geçmemeli. Her an karşımıza çıkacak olan bir ölüm gerçeğiyle yüz yüzeyim. Ölümün benden istediği şeyleri çok iyi bilmem lâzımdır. Bilmem lâzım ki ona göre hazırlanayım. Bundan daha büyük vazife yoktur.
Önceleri ölümden çok korkardım. Birileri ölümden bahsedince oradan uzaklaşırdım. Sanki kaçmakla, ölümden kaçılıyor gibi...
Şimdi ölümü çok seviyorum. Çünkü başta Peygamberimiz olmak üzere binlerce mübarek insanlara beni kavuşturacak olan ölümden niçin korkayım. Çünkü Bedîüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, ölüm bir bilettir, bir mekan değiştirmedir ve insanı dost ve ahbaba kavuşturur. Bundan daha güzel bir vasıta olur mu?
Muhterem Hocam,
Mektubu çok uzattım. Şu sözlerimle ve şu istirhamımla bitiriyorum.
Ben Allah'a, ahrete, Kur'an'a ve Peygamberimize (A.V.S.) inanıyorum, güveniyorum. Benim bu imanıma şahit ol hocam. Bu mektubu, ahrette, Allah huzurunda imanıma şahit olasın diye yazdım. Beni utandırma.
Allah bizi cennet-i alada, binlerce mübarek ve muhterem insanlarla birlikte cem etsin.
Hakkınızı helal edin.Hürmetle ellerinizden öperim.

11.11.199
Öğrenciniz
H. MEHMET SOYLU
alıntı....................bizim istifademize sunanHALİT ERTUĞRULdanALLAH RAZI OLSUN...AMİN.
__________________



Forum Kuralları - Forum İlkeleri

Ey nefsim! Deme "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor..

Hem deme : "Ben de herkes gibiyim" Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır...
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kendini arayan adam (halit ertuğrul)her şey bir yolculukla başladı CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 21:15


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:14 - Tarih: 03-29-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.