Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=EDEBİYAT ve KÜLTÜR=-- > Kitap ve Dergi Bölümü

Kitap ve Dergi Bölümü Kitap ve Dergi Paylaşımları (Roman) v.s

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 08-01-2008, 20:36
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Kendini arayan adam(kapalı kapılar açılırken)

Kapalı kapılar açılırken
Çaylarımız birbiri ardına geliyordu. Sohbetimize başlayalı üç saatten fazla bir zaman geçmişti. Muhatamızı ara ara süzüyordum. Konular açıklanıp düğümler çüzüldükçe, büyük bir sıkıntıdan kurtulmuşçasına yay gibi gergin olan kaşları düzeliyor, yüzündeki keskin ve derin çizgiler yumuşuyordu. Zaman zaman da dudaklarına tatlı bir tebessüm yayılıyordu. Okunan hakikatların tesirini gördükçe, Allah'a şükrediyordum. Sohbetimiz sırasında muhatabımı daha yakından tanıma fırsatını bulmuştum. Anlamadığı veya aklına sığıştıramadığı şeyleri tekrar tekrar soruyor, bazen de birkaç kere tekrarlatarak sindirmek istiyordu. Mükemmel bir mantık ve kavrama gücü vardı. İlk andaki sert itirazları, misaller okunup mevzular açıklığa kavuşunca iyice yumuşuyordu.
Bu arada Tabiat Risalesi'nin sonunda: "Cenab-ı Hakkın bizim ibadetlerimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddetli bir ısrar ile ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor?" şeklideki soruya verilen manidar cevaba hayran olmuştu.
"Cevap dediğin böyle olmalı efendim, böyle olmalı" diye hissiyatını dile getiriyordu.
Bir ara elimdeki kitaba uzandı, sayfalarını karıştırdı, karıştırdı ve bize dönerek:
"İnsanı anlayamıyorum" dedi. "Bu müthiş bir hakikat... Rüya görmediğime kendimi inandırmak istiyorum. Sanki içime gizli bir kuvvet girdi. Mukavemetimi, karşı koyma gücümü söküp aldı. İtaraz edemiyorum.
"Buraya kadar okuduğunuz konular, bir sorunun değil, hayalimde varlığını hissetiğim, ama ifade edemediğim binlerce sorunun da cevabı oldu. Açıkça söylemek gerekirse, kâinatın niçin ve neden var olduğu konusunda ileri sürülen bütün felsefi görüşlerin yıkıldığı yer burasıdır. Bu konuları okumadan fikir bayrağı açmak ve felsefe yapmak mümkün değil."
"Önümde yıllardır kapalı duran büyük kapı açıldı. Bu güne kadar görmediğim, görmek istemediğim veya ısrarla bizlere gösterilmeyen birçok şeyleri görmeye başladım galiba... Âdeta, şüphelerimin cevabını bizzat kendim bulmam için elime bir şifre verildi. Korktuğum ve ürktüğüm şeyler, bana ne kadar da güzel görünmeye başladılar."
Evet otobüsteki konuşmalarıyla bizleri titreten ve âdeta büyüleyen "o adam" artık kaybolmuştu. Bu aziz misafirimizin gözlerinin nemlendiğini ve dudaklarının sessizce kıpırdadığını hissediyordum.
Sohbetimiz, bir müddet sonra, haşir meselesi üzerinde düğümlenmişti.
Misafirimiz:
"Öldükten sonra dirilme meselesi, daha önceden benim için emkânsızdı. Fakat sohbetlerimizin neticesinde, bende bazı kanaatlar hâsıl oldu. Bu konu üzerinde biraz daha durabilir miyiz?
"Şunu demek istiyorum: Ölen bir insanın bir müddet sonra toprağa karışarak dağılacağı mâlum. Veya bazı insanları yakıp, dağlara, derelere saçıyorlar. Bunların tekrar dirilmesi nasıl mümkün olacak?"
"Şimdiye kadar sorduğum sorularımı bir fikrin, bir felsefenin müdafaası, üstünlüğü için sormuştum. İlk defa ihtiyaç hissettiğim ve öğrenmek istediğimden dolayı bu soruyu soruyorum."
Birlikte tebessüm ederek, duygulanıyoruz.
Misafirimizin büyük bir samimiyetle sorduğu soruya cevap vermek üzere, yine Bediüzzaman Hazretlerinin Haşir Risalesi adını taşıyan eserine başvurduk. Sözü edilen kitap, öldükten sonra dirilmenin ve âhiretin hakikatlarını, sırlarını ve hikmetlerini akla yaklaştırıp, mükemmel ve mantıklı misallerle izah ve isbat ediyordu.
Dehşetli bir münkirin, "daha nasıl itiraz edelim, bu kitap âdeta âhiretin sokaklarını çizmiş" dediği bu eser, öldükten sonra dirilme meselesini hiçbir tereddüte imkân bırakmadan yirmi dokuz ayrı tarzda gözler önüne seriyordu. Kitapta, ayrıca âhirete imânın, insan ve toplum hayatındaki tanzim edici rolünü ve saadetini misallerle anlatan bir de mukaddeme vardı. O gece, baştan sona kadar okuyarak izah etmeye çalıştığımız bu eserde, şu hikakatler ele alınmıştı.
"İnsan başıboş bırakılır mı?
"En güzel bir şekilde yaratılan insan, şu kâinat ağacının bir meyvesi olarak halkedilmiş. Ve onun bütün güzelliklerinden ve nimetlerinden en güzel şekilde istifade edecek tarzda yaratılmış... Bu âlemin dikkatli bir seyircisi olmuş... Koca dünya, kendisi için güzel bir ev olarak hazırlanmış... Dağlar ve denizler, onun emrine verilmiş, hava latif bir bineği olmuş... Arılar ona bal yapmış, ipekböcekleri onu giydirmiş, koyun ve kuzular onu beslemiş, kendisi çamur yiyen ağaçlar, ellerini uzatarak en lezzetli meyveleri ona takdim etmiş. Ay lambası, Güneş sobası, yıldızlar kandilleri hükmüne geçmiş... Ve insan, Kâinat Sultanının birliğini ve haşmetini, her birisi kendi hususi lisanıyla ilân eden sayısız varlıkların topyekün tercümanı ve takdimcisi olmak vazifesiyle şereflendirilmiş.
"60-70 senelik bir hayat uğruna, kâinatı bütün masnûatıyla insanın emrine veren bir Zât, onu kabirde başıboş bırakır mı? Bunca masrafın hesabını sormaz mı? Emrine mûti olanlara mükâfât, isyan edenlere ceza vermez mi?"
Bunun izahını en güzel şekilde yapan Bediüzzaman Hazretleri, şu notu düşmektedir:
"İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki bütün amellerin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri, muhasebe için zaptedilir."
"Ve... bu misli olmayan kâinatı yoktan yaratan, ona insan meyvesini verdiren Zât için, 'Bunları tekrar yaratabilir mi?' diye sorulamaz."
"Çürümüş kemikleri kim diriltecek?"
Bu konuyu tarihi seyri içinde ele almak lâzımdır:
Ubeyy bin Halef adında bir müşrik, eline çürümüş bir kemik alarak Peygamberimiz (a.s.m.) huzuruna girer. Kemiği ufalayarak der ki:
"Cenab-ı Hak bu kemiği diriltecek, öyle mi?"
Peygamberimiz (a.s.m.) ise:
"Evet," der. "Bu çürümüş kemiğe, Cenâb-ı Hak can verecektir."
Bunun üzerine, Yâsin Suresindeki 78 ve 79. âyetler indi. Bu âyetler, meâlen şöyleydi:
"İnsan der; 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?' Sen de: 'Kim onları başlangıçta inşa edip hayat vermiş ise, o diriltecek."
Âyette dikkat çekilen nokta, insanın dünyaya gelmesindeki, yani ilk yaratılışındaki mükemmellikler. Bütün insanlar, yokluktan bu varlık âlemine çıktığına göre, öldükten sonra tekrar hayat bulmalarında da elbette bir zorluk yoktur.
Evet, haşir adını verdiğimiz bu ikinci yaratılış, belki de ilk yaratılıştan daha kolaydır. Bediüzzaman Hazretleri, öldükten sonraki yaratılışın kolaylığına dikkat çekerken verdiği bir misalde, bir ordunun ilk defa toplanması ile, toplandıktan sonra dağılıp bir boru sesiyle tekrar biraraya gelmesini kıyaslamaktadır. İlk toplantıda birbiriyle tanışan ve bulunmaları gereken yerleri öğrenen askerler, daha sonra dağılsalar bile, kolayca biraraya gelebileceklerdir.
Bu hârika misaldeki ordunun erleri, insan vücudundaki zarrelere işarettir. Ve bu zerrelerin ölüm ile dağıldıktan sonra İsrafil'in Sur'u (haşirdeki zerrelere verilen toplanma emrine ait boru sesi) ile tekrar biraraya gelmeleri, elbette ilkinden daha zor değildir.
Haşrin, yani öldükten sonra yaratılışın akıldan uzak görünmesi, genellikle ilk yaratılıştaki mükemmelliğin bilinmemesinden ve üzerinda fazla düşünmeyerek onun "kolay ve sanatsız" zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa ki günümüzün bütün tıp otoriteleri, insanoğlunun anne karnındaki "hayat bulma mucizesi" karşısında şaşkınlığa düşmekte ve 20. asrın bir sinek kanadını dahi yaratmaktan aciz olan "yalancı şöhreti"ni şahit göstererek Allah'ın varlığını ve birliğini ilân etmektedir.
Bu âlimlerimizden biri olan Dr. Haluk Nurbaki, şöyle demektedir:
"İnsanın maddi hayatının nasıl saklanacağı ve öldükten sonra nasıl iade edileceği konusu akıldan uzak görülebilir. Ancak, bir insanın maddi bütün özellikleri, bir toplu iğne başının on milyarda biri kadar olan küçük tohum kanatlarına (DNA'lara) yazılabilir. Bu ilmi gerçek, kesinlikle doğrulanmıştır. Böyle bir tohum kartının eğer toprakta gelişme şansı olsa idi, yeryüzüne gelmiş ve gelecek olan bütün insanların tohum kartlarını bir bardağa doldurarak toprağa atmak ve hepsini birden diriltmek mümkün olabilecektir.
"Toprak altında asırlarca bozulmayan ve bu arada hiçbir canlılık emaresi taşımayan virüsler, uygun bir ortamda tekrar hayat bulurken, vefat etmiş insanoğlunun (Cenab-ı Hakkın emriyle tekrar hayat bulmasına imkân var mıdır?)
"Kâinatı bütün mahlukatıyla kusursuz olarak yaratan Rabbimiz o bir çay bardağı dolusu şifreyi arza döküp, 'Ol' emriyle tek tek dirilterek İlâhî sahnede toplayacaktır."
Misafirimizin, âhiret âlemlerinin neden görülmediği hususundaki sorusuna da, aynı eserlerden okuduğumuz şu cümlelerle cevap verdik:
"Perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete âit menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyültüp, yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp, tayin edelim."
Âhiretle alâkalı konuşmaları ardından, cemiyetin ve gençlerin nasıl muhafaza edileceği hususuna gelmiştik. Muhatabımızın bu konudaki görüşlerini aldıktan sonra, aynı eserlerden bazı yerleri okuyarak teşhisdeki isabet ve tedavi cihetindeki doğruluğun ne kadar açık bir hakikat olduğunu hep birlikte tasdik ettik.
Ev sahibimizin arka arkaya ikram ettiği çayları yudumlarken, kader meselesini, ruh ve melâike gibi hassas konuları, Azrail Aleyhisselâmın ölen insanların ruhlarını nasıl kabzettiğini ve toplu ölümlerde birkaç yerde aynı anda nasıl bulunduğunu, Allah'ın kötülük ve şerleri niçin yarattığını, sakat, eksik ve çirkin doğanlara adaletsizlik mi edildiğini, Hz. İsa (a.s.)'ın babasız doğmasını, Kur'ân'ın devamlı olarak ilmi teşvik ettiği halde, Müslüman devletlerin neden geri kaldığını, mezhepler ve farklı grupların ortaya çıkış sebeplerini, İslâmda kölelik anlayışını, dört kadınla evlenme konusunu, miras hukukunu, Hz. Âdem Aleyhisselâmın çocuklarının, yani kardeşlerin neden birbirleriyle evlendiklerini ve bugün bunun niçin mümkün olmayacağı gibi daha birçok hususu tatlı bir sohbet havası içinde, kitapların muhtelif yerlerinden okuyarak mütalaâ ettik. Saatler ilerledikçe âdeta zindeleşiyor ve hem soruyu soran, hem de cevaplayanlar olarak büyük feyizler alıyorduk.
Bir ara marksistlerin "eşitlik" diye ortaya attıkları ve bir türlü kendi memleketlerinde gerçekleştiremedikleri bir konuya temas ettik. Muhatabımız bunu teori olarak anlattı. Örneğin sorduğumuzda, "henüz marksist ülkeler o seviyeye gelmediler" demişti.
Kendisine bir soru yönelterek:
"Yetmiş yıldır Rusya'da bir rejim uygulanıyor" dedim. "Eşitliğin sağlanması için bu kadar yıl yeterli olmadı mı?"
Biraz düşündükten sonra:
"Peki, İslâm bu konuyu nasıl halletmiş?" dedi. "Yani, insanlar arasındaki maddi yakınlaşmayı ve uçurumları azaltmayı nasıl temin etmiş?"
Yine aynı tefsirden faydalanarak:
"Toplum hayatındaki bütün ahlâksızlığın ve karışıklıkların kaynağı iki kelimedir" diye cevap verdim:
"Birincisi: 'Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse banane.'
"İkincisi: 'Sen çalış, ben yiyeyim.'
"Cemiyet hayatının mahvolmasına sebep olan bu görüşler, zekâtın verilmemesi ve faizin devam etmemesiyle kendini gösterir. Bu iki hastalığı tedavi edecek tek çâre; zekâtın bir kanun şeklinde verilmesi ve faizin terk edilmesiyle mümkündür. Kişilerin ve milletlerin saadetleri için en önemli husus, zekâttır.
"Çünkü insanlarda, zengin ve fakir olmak üzere iki tabaka vardır. Zenginlerin fakire karşı merhamet ve ihsan; fakirden zengine kadar hürmet ve itaati temin edecek olan tek şey zekâttır. Yoksa yukarıdan, yani zenginlerden, fakirin başına zulüm ve tahakküm iner, fakirlerden ise zengine karşı isyan ve kin çıkar. Böylelikle bu iki tabaka, dâimi olarak bir mücadeleden, zıtlaşma ve boğuşmadan kendilerini alamazlar."
Misafirimiz, bu açıklamayı büyük bir hayranlıkla dinlemişti. Özellikle "tam eşitlik, ancak hukuk karşısında olur" ifadesi, onu son derece memnun bırakmıştı.
Misafirimizin liste halinde yazdığı son soruların cevapları verilirken, Adana minarelerinde "Allahü Ekber" sadaları çınlamaya başlamıştı. Sabah ezanları okunuyordu.


alıntı............
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kendini arayan adam(asrın mektubu) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:40
Kendini arayan adam (İlk namaz ve itiraflar) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:38
Kendini arayan adam(büyük patlama) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:29
Kendini arayan adam(demek bu kitap) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:27
Kendini arayan adam(o adam) CUMHUR Kitap ve Dergi Bölümü 0 08-01-2008 20:21


WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:26 - Tarih: 04-29-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.