Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=EDEBİYAT ve KÜLTÜR=-- > Makaleler

Makaleler Fikirler,Düşünceler..Tezler..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 05-23-2009, 20:12
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart Toplumsal bünyeye sirayet eden virüsler(önemli okuyalım)

Toplumsal Bünyeye Sirayet Eden Cahili, Şeytani, Hevai Virüsler Toplum Sağlığını Tehdit Ediyor

Toplumların kaderi insanların kaderine ne kadarda çok benzi yor, değil mi? İnsan hastalandığı gibi toplumda hastalanıyor… Toplumlarında tıpkı insan gibi ayağı kayabilir… Ayakları yere sağlam basmayan, köklerine reddeden, değerlerine ters düşen toplumda olsa nasıl ayakta kalabilir. Evet kitlelerde aklını yitirebilir, şirazesinden çıkabilir… Çağdaş toplumlarda bunu teşhis etmek pekte zor değil… Hafızası çöken, yeni bir formata ihtiyaç duyan ne kadarda çok toplum var!

Kültürel şizofreninden kurtulamayan, sosyal depresyonları atlatamayan, siyasi intiharın eşiğine gelmiş, ekonomik harakiriyi kurtuluş gören toplumsal tabloların yabancısı değiliz… Tabloların totemlerin tutsaklığı kılınmış kitleler sanal özgürlük sarhoşluğu içinde göğüslerini gere gere kendi zindanlarına uygun adım koşuyorlar. Sorgulamayan, üretmeyen, kurucu bir irade taşımayan, direnemeyen bu yığınlar. Sinmişliği, silikliği, sömürülmeyi sineye çeke çeke nereye gidiyorlar? Gündemlerinde insaniyet: hakkaniyet, adalet, hakikat adına bir kırıntı var mı dır? Yönünü, yolunu belirleyecek toplumsal bir basirete sahipler mi?

Haksızlıkla hikmet arayan, tüm şerleri hayra yoran, bir zilleti ve esareti kader bilen şu şaşkınlar güruhunun nasıl bir ilete müptela olduklarını anlamak kolay, fakat anlamak uyarmak, çok zor…

Ahlaki değerler, insani erdemler alt-üst oldu… Ahlaki ciddiyetin yerini korkunç bir vurdum duymazlık aldı… Sorumluluk almaktan kaçınan başıboş kitlerle türedi… Yalan, hile, hırs, tamah, riya, kibir yaşamın vazgeçilmezleri oldu… Reklam, rekabet, rant, reyting, rövanş toplumun en çok kullandığı kelimeler… Riyanın toplumsal bir maruza dönüştüğü zaman diliminde gösteriş, gösteri, görüntü, görünürlülük, görkem, görsellik, gözde olmak, göze girmek, gövde gösterisi nede çok prim yapıyor? İmaj, makyaj, ambalaj sanki prestij kazanmanın tek yolu… Bu durum nasıl bir ruh halini yansıtıyor? İlgi çekmek, şöhret olmak, dünyayı esas kabul etmek genel düsturları olduğu için var güçleri ile dünyaya yükleniyorlar… İhtiras, intiham, iktidar hırsı sınır, kural, ahlak tanımıyorsa, insanlar dünyayı cehennemleştirme yolunda hızlarına hız katıyor demektir… Daha çok haz duymak için, daha çok hız yapmak için koşanlar, hiç bir kıskaç, kriter kural işlemiyor…

Bir diğer ürkütücü boyut… Medyanın mahremiyet perdesini yırtıyor olması… Geride mahram olan ne kaldı? Her şey üryan… Mahremiyetin bittiği yerde haysiyet, iffet, izzet aranır mı? Oda gitti… Mahremiyet ve haysiyet magazin malzemesi…

Modernizm, insanı özgürleştirme yalanı ile kitleleri hala büyülüyor… Peki, kimden kurtaracak? Hevanın azgınlaştığı bir zeminde özneliğini kaybeden insan hangi özgürlüğü elde edecek?

Kitleler kendi ürettikleri korkulara kurban gittiler… Bu çağ; ‘‘koku’’, ‘‘kaos’’, ‘‘kuşku’’, ‘‘kaygı’’ çağı olarak anılacaktır… İnsanlar sorularına yenik düştüler. Şüphelerin pençesinde kıvrandılar… Kaosa davetiye çıkardılar… Kanla buluştular… Karanlıklardan ve karanlık güçlerden hala medet umanlar var…

Artık toplumun şüpheci, yakîni yok… Dünyacı, ötesi yok… Bencil, paylaşımı yok… Toplum hasta reçetesi yok…

Daha da beteri, toplumun hastalıklarını savunuyor olması… Tedavi kabuk etmemesi… Bundan daha büyük hamakat ve gaflet olabilir mi? İşte bu gün yaşanan budur…

Toplumu hasta olduğuna kim ikna edecek?

Tedavi önerenden, reçete sunandan cüzzamlıdan kaçar gibi uzak duruyor…

Toplumsal bünyeye sirayet eden cahili, şeytani, hevai virüsler toplum sağlığını tehdit ediyor. Takva korumasında olmayan bir toplumun iflahı zor… Nedir bu iflah etmez marazlar?

Dünyevileşmek… Yaşam ufku bu dünya ile sınırlı hesapçı, hazırcı, hazcı, şimdici, dünyacı insanların gündemine ortak hedefleri, dertleri, davaları koyabilmek kolay mı sanıyorsunuz? Dünyanın fiziki değerlerini ‘değişmez değerler’ görme yanılgısı insana çok pahalıya mal oldu. Eşya değer kazanırken insan ve insanlık ucuzladı. Dünyayı kontrol altına alma çabaları insanı dünyaya bağımlı hale getirdi. Artık insan değerlerden vazgeçip fiyatlarla ilgilenir oldu… İnsanın kafası, karnesi rakamlarla dolu… Fakat insanlar ruhlarını satıp, cesetlerini makyajlamaya durdular. Öte dünyasız bir hayatın tadını çıkarmaya çalıştılar. Bu hastalığa müptela olan kişi değerler dünyasındaki puanlamayı ilahi olandan alıp gayrı ilahi olana vermek vardır. Hayat vahyin kılavuzluğundan kopmaktadır…

Bireyselleşme… Toplumsal sorumluluklardan uzaklaşıp içe kapanma… Müslümanlarla birlikte olmanın sıkıntılarına katlanmadan, yalnızlığın rahat ve rehavetini tercih etme anlayışı… Yalnızlaşan, yalnızlaştıkça yabancılaşan… Böyleleri için ümmet, vahdet, cemaat, kardeşlik nostaljik bir takıntıdır. Bu hastalık başka hastalıklarında habercisidir, ‘ben merkezci’ bir açmazın girdabında insanlar zayi olup gidiyor… Tek kişilik bir dünyası vardır… Başkası yoktur… ‘Biz’i yoktur…

Gayesizlik… İnsan yaratılış amacından uzaklaştıkça hayat anlamını kaybeder… Doyumsuz, güvensiz, hedefsiz bir mecraya savrulur… Gayeden kopunca insan, artık onun için uğrunda mücadele etmeye değer dava, doğru, değer kalmamıştır… Bu insan aldırışsızdır, dertsizdir, gamsızdır… Yaşamı parçalanmıştır, birleştirici öğelerin kaybolması ile birlikte başıboşluk ve sorumsuzluk baş gösterir… İç dünyada başlayan çözülme ve bozulma, kişiyle sınırlı kalmıyor, kişinin dünyaya bir bozguncu olarak çıkmasına neden oluyor…

Eylemsizlik… Ruhunu yitiren çağın insanı neyin mücadelesini verecek? Atalet, rehavet ve sefahat yaşam kodlarını işlevsiz kılmıştır… Aksiyon yok! Heyecan yok! İrade yok! Hareket olmayınca hayat boş, kof, durağan, monoton kalır, çekilmez bir hal alır. Ne düşünme eylemi… Ne okuma eylemi… Ne sorgulama eylemi…. Ne inşa ve ne de imha eylemi yok… Kendini dondurmuştur…

Değersizlik… Vahiyle bağını koparan insan kutsal tanımaz oldu… Sonra kendi kutsallarını üretti… Tatmin olmadı bu defa kutsallarını tahrip etti… Tüm ilahi v beşeri kutsallara ilan-ı harp etti… Değer yitimi ile başlayan değersizleşme zamanlar yerini modern yapay değerlere bıraktı… Başarı, kazanç, kar, güç, iktidar, kapital gelir artışı kutsanır oldu… Sonra bunların savaşı başladı… İnsanın değeri, tüketim gücü ile ölçülür oldu… Kıblesini yitiren insan yönsüzlük girdabında bocalıyor.

Bu savaşta yenik ve yorgun düşen insan kendini arıyor…

İlkeli bir yaşamdan koptuğundan beri hiçbir şeyde karar kılamıyor…

Duyarsızlık… Ruhu işgale uğramış, kalbi kuşatma altında olandan nasıl duyarlılık beklenebilir ki? tepkisiz, sinirleri alınmış,uyuşumcu, edilgen, pasif bir ruh hali… Sömürülmeye aday silik ve sinmiş kişilik… Böylelerinin iradesi çökmüş, iddialarından vazgeçmiş, ideallerini yitirmiş durumdadırlar… His yok, aşk yok, öfke yok… ‘Gelene ağam, gidene paşam’ felsefesini… İtiraz, sorgu, tepki, tavır, lügatlerinde yoktur… Dertsizlik derdine müptela olan kolay kolay iflah olmuyor…

Peki, tüm bu ve benzeri marazların, zaafların, reçetesi yok mudur? Kuşkusuz vardır… İşte bu çağın, bu toplumun içinden yükselen bir ses şöyle diyordu:

“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, ittibâ-ı Kur’an’dır.”

Şimdi Kur’an’la yola çıkarak sorumluluklarımıza dönecek olursak…

Bu durumda toplumsal marazların bozucu, boğucu, batırıcı etkilerine karşı ne yapabiliriz? Toplumsal yozlaşmaya karşı yalnızca söylem geliştirmeyle bir yere varılamayacağını iyi biliyoruz… Bu güne kadar süre gelen pratikten uzak, hayata yansımayan toplumsal çözümlemeler, derin tahliller, orijinal fikirler sorunu çözmeye yetmedi… Müminler olarak mutlaka koruyucu önlemler almalıyız… Farklı bir toplum modeli oluşturmalıyız… Alternatif sunamadığımız kirli bir mekanizma tarafından yutulmamız kaçınılmazdır… İşte bu bağlamda yapmamız gerekenlerden bir kısmı:
1- Ruh, yürek ve bilinç dünyamızın zengin olması lazım. Vahiyde derinleşerek, ‘rahmet’ ve ‘şifa’ menbaı olan Kitabımızdan beslenerek iç donanımızı tamamlamalıyız… Yorgun ruhlarımızı vahyin ruhu ile ayağa kaldırabiliriz… Yoksul yüreklerimizi takva ile takviye edebiliriz…
2- İslami kimlik ve kişiliğimizi ciddiye almalıyız… Kimliğimize yönelik çarpıtma, karartma, örtme çabalarına fırsat vermemeliyiz… Bu kimlikle elde ettiğimiz erdem, onur, iffet ve haysiyeti taşıma liyakatini sürekli korumalıyız…
3- Cemaat ruhuna, Müslümanlar arası hukuka, disiplin ve davranış biçimine önem vermeliyiz… Bireyselleşmenin önüne geçmenin yolu aidiyet bilincini canlı tutmaktan geçer…
4- Siyasal, sosyal, kültürel, düşünsel yönden gelişimimizi sürdürürken ameli, ahlaki ve deruni boyutumuzu ihmal etmemeliyiz… İbadet hayatımıza bir çeki- düzen vermeliyiz… Vakti giren ibadetlerde gecikmemeliyiz… Sünnet hassasiyetine yeni bir ivme kazandırmalıyız… Çünkü sünnet, zamanı, mekanı aşarak Hz. Peygamberin örnek, özne ve öncü kişiliğini hayatımıza taşıma, hayatımızda yaşatma ve yansıtma pratiğidir… Peygamberi yaşam biçimini içselleştirme ve nebevi disiplinle şekillenme çabasıdır… Muhammedî aidiyetin fiili ispatıdır; sünnet…
5- Sade bir yaşam ve mütevazı bir duruşu tercih etmeliyiz… Ahireti önceleyerek sonlu rahata değil, sonsuz rahmete müşteri olmalıyız… Vahşi kapitalizmin sınırsız tüketim alışkanlığı hastalıktan öte bir çılgınlığa dönüştü… Nasıl korunabileceksek korunmalıyız artık! Mutlaka alternatif yaşam modelimizi gerçekleştirebilmeliyiz… Çünkü heva ve hevesin sürüklemesi ile ‘ihtiyaç’ların ve ‘zaruret’lerin tanımı değişti… Üretilen ‘zaruret’lerle nice israflar, savurganlıklar, isyanlar mübahlaştı… İlahi emirler karşısında gevşeyenler, gaflet ve kasvet kuşatmasına yenik düşüyor… Ruhsatlarla amel dinde laubaliliğe, lakaytlığa dönüşüyorsa bunun üzerinde durmak gerekir…

Sekülerizmin maddeye yüklediği ‘dünyevi’ değere bizim birde ‘uhrevi’ boyut kazandırmamız gerekir, bu bir görevdir… İş dünyamızda kar etmenin dünyevi getirisi yanında infak etmenin, hayır işlemenin, sevap kazanmanın manevi hazzına talip olmalıyız…
6- Helal- haram sınırlarının flulaştığı bir zaman diliminde ‘helal kazanç’ hassasiyetini daha bir diri tutmamız gerekiyor… ‘Helal’ olmayan bir hayatın sonunun ‘helak’ olacağını unutmamak lazım… Günahların küçümsendiği hatta özendirildiği günlerden geçiyoruz… Nasıl korunacağız? Her günah bir sonraki günaha çağrıdır… Din adına konuşanlar günah konusunda hiçbir tarihte bu kadar esnek davrandılar mı hatırlamıyorum…
Günahlara karşı ‘ölümü çokça hatırlayarak’ önemli bir korunma yöntemini yakalamış oluruz…
7- Medyanın Müslüman zihin üzerindeki blokajını kırmalıyız. Kendimizi sanal dünyaya salmadan bire bir sohbet ortamlarını canlandırmalıyız… Göz göze gelerek, gönül gönüle vererek sıcak sohbetlerle sorumluluk bilinci, kulluk direnci gelişecektir… Bizi ayakta tutacak bu programlardır…
8- Yaygın ve etkin bir İslami eğitimin her seviyede gerçekleşmesi için bu alana yoğunlaşmamız kaçınılmaz ve ertelenemez bir görevdir… İslami bir terbiye ve tekamül için bu şarttır… Toplumsal sorumlulukların üstesinden gelebilmenin yolu da, kulluğun gereği de eğitimden geçiyor…
9- Önce ailenin güvenliğini sağlayıp sonra da güçlendirmeliyiz. Çünkü aile bizim direnme ve dirilme yerimizdir. Son kalemizdir… Toplumun rahmidir… Liberal, seküler, modern depremlere karşı aileyi sağlamlaştırmamız zaruret arz ediyor…Evlerimizin mescitleşeceği, mektepleşeceği imkanlar oluşturmalıyız…
10- Toplum içinde “adil şahitliğimiz”, “güzel örneğimiz”, “yüce ahlakımız”, “vasat ümmet” olma vasfımız, temsil gücümüz, sahih duruşumuz ile mesaj misyonumuzu öne çıkarmalıyız… Bu eksende tutarlı, kararlı, nitelikli çizgimizi sürdürmeliyiz.
11- Diğer Müslümanlarla aramızda olması gereken “kardeşlik hukukunu” zedeleyecek davranış bozukluklarını ıslah etmeliyiz
İnsanlığın aklı, yüreği, vicdanı, ufku ve umudu biz olmalıyız.
Toplumsal hastalıklarla mücadele ederken “Tıbbın-Nebevi” böyle gerektiriyor…


- Yazan: ahrar | Ramazan KAYAN | | alıntı...........................
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
önemli:gençlik bir hastalık mı? CUMHUR Makaleler 0 12-15-2008 22:16
D U A L A R (önemli) CUMHUR Dua ve Önemi 0 04-01-2008 22:01
Virüsler Hakkında HERŞEY WebM@ster Bilgisayar Dünyası - Windows 0 02-17-2008 19:58
!Önemli Duyuru! TÜRKER Forum Duyuruları 0 01-19-2008 17:35


WEZ Format +3. Şuan Saat: 06:47 - Tarih: 04-28-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.