Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=Genel Dini Bölüm=-- > İman ve Metafizik

İman ve Metafizik Hayatımızın Gayesi..Kaza Kader!! Cinlerin Varlığı..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 01-26-2018, 18:16
SaRey - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
SaRey SaRey isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2018
Mesajlar: 690
Standart Meleklerin Varlığı

Hayatın Mahiyeti Meleklerin Varlığını İspat Eder

Hayatın mahiyeti ve kıymeti, semavatın meleklerden ve ruhanilerden boş kalamayacağına bir delildir.
Şöyle ki:
• Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gayesidir.
• En büyük neticesidir.
• En büyük bir nimetidir.
• Mevcudatın keşşafıdır.
• Her şeyin başı ve esasıdır.
• En parlak nurudur.
• En latif mayasıdır.
• Her şeyden süzülmüş bir hülasasıdır.
• En mükemmel meyvesidir.
• En yüksek kemalidir.
• En güzel cemalidir.
• En latif ziynetidir.
• Hem sırrı vahdetidir.
• Kâinatın birlik bağıdır.
• Kemalâtının menşeidir.
• Âlemin kıymet ve mahiyetçe en harika sanatıdır.
• En küçük bir mahluku, bir kâinat hükmüne getiren mucizekâr bir hakikattir.
• Kâinatın küçük bir mahlukta yerleşmesine vesile olan, âdeta koca kâinatın bir nevi fihristsini o hayat sahibinde gösteren bir iksirdir.
• Bir mahluku kâinatla münasebettar eden ve bir şeyi bütün eşyaya malik hükmüne getiren bir mucizedir. Hayat ile her bir hayat sahibi diyebilir ki: “Şu bütün eşya benim malımdır, dünya hanemdir, kâinat malikim tarafından verilmiş bir mülktür.”
• Hayat, girdiği her mahluku küçük bir kâinat yapan bir hakikat-i nuraniyedir.
• Hem küçük bir mahluku, büyük bir mahluk gibi büyüten ve bir ferdi bir nev gibi âlem hükmüne getiren ve rububiyet cihetinde, kâinatı bölünme ve iştirak kabul etmez bir bütün hükmünde gösteren fevkalade harika bir sanat-ı ilahiyedir.
• Hem kâinat içinde Allah’ın varlığına işaret eden delillerin en parlağı, en mükemmeli ve en kat’isi olan ilahî bir nakıştır.
• Hem diğer varlıkları kendine hizmet ettiren, nazdar, nazik ve nazenin bir cilve-i rahmettir.
• Hem ilahî fiillerin gayet cami bir aynasıdır.
• Hem birçok ilahî isimlerin cilvelerini içine alan ve o isimleri kendine tabi kılan bir hakikattir.
• Hem görmek, işitmek, hissetmek gibi umum duyguların menşei ve madeni olan bir esastır.
• Hem hayat, kâinat fabrikasında öyle bir tezgâhtır ki, öyle bir istihale makinesidir ki; mütemadiyen her tarafta işliyor, tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor ve nurlandırıyor.
• Hem atom kafilelerine, güya hayatın yuvası olan cesedi, o atomlara vazife gördürmek, nurlandırmak ve talimat yaptırmak için bir misafirhane, bir mektep ve bir kışla yapan kumandandır. Âdeta Hayy ve Kayyum olan Allah-u Teâlâ bu karanlıklı, fâni ve süfli olan dünya âlemini hayat vasıtasıyla latifleştiriyor, tazelendiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi beka veriyor ve baki bir âleme gitmeye hazırlıyor.
• Hem hayatın her yüzü parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvidir.
• Hem hayatın hakikati, imanın altı şartına bakıp onları ispat eden bir burhandır.
• Hem hayat, kâinatın en büyük maksadı ve neticesi olan şükür, hamd, ibadet ve muhabbeti netice veren bir sırr-ı âzamdır.

Hayatsız bir cisim koca bir dağ bile olsa yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münasebeti yalnız, oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler iledir. Kâinatta ne varsa, o dağa nispeten yoktur. Çünkü ne hayatı var ki hayatla alakadar olsun, ne şuuru var ki eşyaya taalluk etsin. Şimdi bak küçücük bir cisme, mesela bal arısına, hayat ona girdiği anda bütün kâinatla öyle münasebet tesis eder ki, bütün âlemle, bilhassa zeminin çiçekleriyle ve bitkileriyle öyle bir ticaret yapar ki, âdeta şöyle diyebilir: “Şu yeryüzü benim bahçemdir, ticarethanemdir.” İşte o arı, hayat sayesinde dünya ile bir ünsiyet kurar ve tasarrufa sahip olur.

İşte hayatın kıymetine dair saydığımız bu otuz bir özellik ki, her biri hakkında özel bir risale yazılabilir. Bizler meseleyi uzatmamak için kısa keserek, cümlelerin izahını sizin fehminize havale ettik. İşte hayatın bütün bu özellikleri sayesinde denilebilir ki hayat olmazsa vücud, vücud değildir. Yokluktan farkı yoktur.

Madem hayat bu kadar ehemmiyetlidir. Ve madem bu ehemmiyetten dolayı şu küçücük dünyamız had ve hesaba gelmeyen hayat sahipleri ile doldurulmuştur. Elbette ve elbette bu hâlden şu neticeye ulaşılır ki; şu semavi saraylar ve yüksek burçlar dahi kendilerine münasip hayat sahibi, şuur sahibi sakinlerle doludur. Balık suda yaşadığı gibi, o nurani sakinlerde oralarda yaşarlar.

Şimdi düşünelim. Dünyamızda hayat sahibi mahluklar olmasaydı, dünyamız nasıl olurdu? Bu durumda dünyanın bir önemi kalır mıydı? Hatta dağları altından, taşları yakuttan ve toprağı zümrütten olsaydı, acaba önemi olur muydu? Hatta bırakın dünyayı, cennet o güzelliği ile birlikte hayat sahiplerinden mahrum kalsaydı ve içinde tek bir canlı olmasaydı, cennetin bir önemi olur muydu? Elbette olmazdı!

O hâlde hayat bu kadar kıymetli ve vücudun olmazsa olmazı iken, nasıl olurda semavatın boş ve hayatsız olduğuna hüküm verilebilir?
Hayata bu kadar kıymet veren ve yeryüzünü hayat sahibi mahluklarla her an şenlendiren ve hayata bu derece büyük neticeler takan Allah-u Teâlâ, hiç mümkün müdür ki o yıldızları boş, hâlî ve çıplak bıraksın? Hikmeti buna hiç müsaade eder mi? Elbette etmez! Ve etmemiştir.
Bu sebeple melaike ve ruhaniler namıyla meşhur taifeleri yaratmış, oraların sakinleri ve seyircileri yapmıştır.

Alıntı
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 01-26-2018, 18:17
SaRey - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
SaRey SaRey isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2018
Mesajlar: 690
Standart

Görmemek Olmamaya Delil Değildir

Meleklerin varlığını inkâr edenlerin söyledikleri tek söz:
“Melekleri görmüyoruz, görmediğimiz şeye nasıl inanalım?” sözüdür.
Hâlbuki bu söz sadece melekleri değil, beraberinde birçok şeyi de inkâr ettirmektedir. Zira insan bu âlemde çok az şeyi görebilmekte ve beş duyu organı ile çok az eşyayı fark edebilmektedir. Mesela:
• Gözümüz 1 mm.nin beşte biri kadar küçüklükteki cisimleri görebilir. Ama daha küçük olanları göremez. Şimdi, 1 mm.nin beşte birinden daha küçük olan cisimleri inkâr mı edeceğiz?
• Yine ışığın da ancak yedi rengini görebilmekte, diğer renkleri görememekteyiz. Şimdi, görebildiğimiz yedi rengin dışındaki renkleri inkâr mı edelim?
• Yine insan, titreşimi 0,4 ile 0,7 arasında olan ışınları görebilmektedir. Bu dalga boyundaki ışınları gözümüzün retina tabakası sinirler vasıtasıyla tanıyabilirken, bunun dışındaki yüzlerce hatta binlerce ışığı görememektedir. X, gama, morötesi, kızılötesi, radar, kozmik, röntgen ve radyoaktif ışınları bunlar arasında sayabiliriz. Şimdi, bütün bu ışınların varlığını göremediğimiz için inkâr edeceğiz ve bu inkârımızda haklı mı olacağız?
• Yine itme ve çekme kuvvetleri izn-i ilahî ile koca koca sistemleri ayakta tutarlar, ama görülmezler. Buna rağmen hiçbir bilim adamı ve aklı başında hiçbir insan bu ve benzeri kuvvetlerin varlığını inkâr etmez. Sizler hiç “Göremiyorum.” diyerek suyun kaldırma kuvvetini, yeryüzünün çekim kuvvetini, yıldızların itme ve çekme kuvvetlerini inkâr eden birisini gördünüz mü?
• Yine maddenin en küçük parçası olan atomu görebilen olmamıştır. Atom, mikroskopla da görülememektedir. Ama kimse varlığı konusunda şüphe etmiyor. Bütün bilim adamları atomu “maddenin en küçük yapı taşı” olarak tarif ediyor. Yani bütün bilim adamları görmediğine inanıyor.
• Âlemi bir kenara bırakarak sadece kendimize baksak yine göreceğiz ki, vücudumuzda olan akıl, hayal, hafıza gibi görünmeyen varlıklar, görünenlerden kat kat fazladır.

Göremediklerimizi saymaya kalksak herhâlde bu çok uzun bir zamanı alan bir sayma işlemi olurdu. Zira insan bu kâinatın milyonda birini bile görememektedir. Acaba şimdi geriye kalan milyonda dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzluk kısmı inkâr mı edeceğiz? Eğer inkâr edemiyorsak -ki edemeyiz- o hâlde görmediğimiz için melekleri inkâr etmenin bir mantığı kalır mı?
O hâlde yol ikidir:
1- Göremediği için melekleri inkâr edecek ve bununla birlikte kâinatta göremediği her şeyi inkâra mecbur olacak.
2- Kâinatta göremediği birçok eşyayı kabul ettiği gibi, hadsiz delillerle vücudu ispat edilen meleklerin varlığını da kabul edecek.
Üçüncü bir yol olan işine geleni kabul etmek, işine gelmeyeni kabul etmemek ise bir yol değil, sadece bir safsatadır ve kişinin kendini aldatmasıdır.
Hem ”Görmediğim şeye inanmam.” safsatasının altında, aklın görevini göze yükleme yanılgısı yatmaktadır. Hâlbuki insandaki her bir duyu ayrı bir âlemin kapısını açar, birinin görevi diğerinden beklenmez.
Mesela göz, kulağın vazifesini yapmaz. Burun, dilin görevini göremez. İnsan, gözüyle ne yemeğin tadına, ne bülbülün sesine, ne de gülün kokusuna bakabilir. Göz bu organların işlevlerini yerine getirmediği gibi, aklın fonksiyonunu da elbette icra edemez. Aklın vazifesini gözden beklemek, burnun vazifesini kulaktan beklemekten farklı bir şey değildir.

Sözün özü: İnsan göremediği varlıkları inkâr etmemekte, çeşitli verilerden, iddialardan, varsayımlardan yola çıkarak varlığını ispat etmekte ve onların vücudunu kabul etmektedir. Öyleyse meleklerin varlığını da kabul etmek zorundadır. Ve herhâlde kabul etmekte, bu kadar çok delil varken zor bir şey değildir.

Alıntı
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Meleklerin Özellikleri SaRey İman ve Metafizik 1 01-26-2018 18:13
Meleklerin Görevleri ve Çeşitleri SaRey İman ve Metafizik 0 01-26-2018 18:12
Allahu Teâlâ’nın Varlığı TÜRKER ALLAH (c.c) 5 01-01-2008 21:37


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:09 - Tarih: 04-20-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.