Ya ALLAH

Anasayfa Kimler Online Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   İBADET REHBERİ FORUM > --=EDEBİYAT ve KÜLTÜR=-- > Öyküler & Hikayeler

Öyküler & Hikayeler Öykü ve Hikayeler Bölümü..

Cevapla
 
Seçenekler
  #1  
Alt 01-04-2009, 20:32
CUMHUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
CUMHUR CUMHUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Özel Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 4,046
Standart düğün parası

Düğün Parası
Yazar: Sezen Çelik


Ölüm, dünyadaki tek gerçeklik, belki de yıkılamayan tek tabu, kavranamayan tek kavram. Tüm yaşamın, geleneklerin, dillerin, dinlerin ve ırkların; tüm renklerin, acıların, neşenin; karşısında zavallı olduğu gayet açık olduğu halde hâlâ büyüklük taslayan insanlığın üstündeki tek varlık.

İnsanoğlunun değiştiremeyeceği tek şey; ölüm. İnsanın sınırı yok; doğayı, varlığı, varolmayı, dağı taşı; toprağı ve havayı istediği gibi değiştirse de, bir insanın doğuşuna bile müdahale etse de, ölüm karşısında öyle zavallı, acınası ve ürkek duruyor ki, bu zaten dünyanın ve yaşamın tek gerçekliği.

Ne olursa olsun, tüm insanlık, ölüyoruz hep birlikte, her gün, her dakika, her saniye...

***

Ayşe Yetkin'i tanıdığımda, ellibir yaşında bir ev hanımıydı. Hayat hikâyesini anlatmadan önce bana şöyle söylemişti.

"Yüzümde bulunan tüm çizgiler, yaşlılığın değil, hayatımdaki acıların birer izidir".

Ayşe Hanım'ın devlet memuru babası, kızı için ne hayâller kurduysa da; Ayşe, mahalle delikanlılarından birine vuruldu, işi gücü olmayan bir serseriye.

Adamcağız, ne yaptıysa da ne kızını, ne de o serseri Yakup'u bu sevdadan vazgeçiremedi; sonunda damadı olacak bu adama iş bulmak da kendisine düştü; Eyüp'te beyaz eşya dükkânı olan bir ahbabına rica edip, damadını evlenmeden önce buraya yerleştirdi.

Yıllar geçti, hepsinin hayatlarından evlilikler, doğumlar, ölümler, başarılar geçti. Ayşe Hanım, evlendikten 2 yıl sonra nur topu gibi, Güneş adında bir oğlan çocuğu doğurdu, 3 yıl sonra annesini kaybetti, 6 yıl sonra, babasının da yardımıyla Kurtuluş'tan kutu gibi bir ev satın aldı, 5 yıl sonra eşi Yakup, çalıştığı dükkânın tüm işletmesini üzerine aldı, gerçek sahibi evine çekildi beyaz eşya dükkânının; devlet memuru babası, zamanla çok sevdi damadı Yakup'u ama torunu 10 yaşındayken, devlet memuru Hasan Bey, bir gece ansızın ölüverdi.

Ayşe Hanım, hayatındaki tüm bu med cezirlerle beraber yaşlandı, saçlarına ak düştü. 38 yaşına geldiğinde, belki de hayatındaki tüm kaybedişlerden binlerce ton ağır bir acı yaşadı, eşini akciğer kanserinden kaybediverdi. Hayatta bir oğulcuğu, bir de kendi canı kalmıştı. Eşinden kalan emekli maaşı, bir de evi sayesinde geçiniyordu geçinmesine ama o sene oğlu üniversite sınavına girmiş, çalışkanlığı sayesinde de İstanbul'daki bir üniversitede mühendislik okumaya başladığından, masrafları oldukça artmıştı. Ayşe Hanım, bunca geçen zamana rağmen hayat karşısında hiç bu kadar ezilmemiş, küçük düşmemişti. Babasından kalan bir miktar para, halâ bankada oğlunun düğünü için ayrılmış, duruyordu. Ayşe Hanım babası öldüğünde yemin etmişti bu parayı alırken, oğlunun düğünü için kullanmaya. Şimdi; okul harcının yatırılması gerektiğinde ya da hiç hesapta yokken ortaya çıkan bir ödemede istemsiz aklına geliveriyor, sonra ne yapıp yapıp; bu paraya dokunmadan gereken miktarı buluyordu.
Evde, önceleri konu komşu için dantel yapmaya başlamış, sonra da bir komşusunun tavsiyesi ile Şişli'de bulunan bir tekstil atölyesine ütüye git-meye başlamıştı.

Oğlu Güneş ise, annesinin çok zorlandığının farkında olmasına rağmen; derslerinin yoğunluğundan başını kaldıramıyor, bir an evvel okulu bitirip çalışmaya bakıyordu.

Hayat; tüm katılığı ile karşılarında dikiliyordu. Ama ne Ayşe Hanım'ın pes etmeye niyeti vardı, ne de yolundan dönmeye. Güneş üniversiteyi bitirecekti, hem de iyi notlarla.

Hayatın gidişatına alışmış, devirlerini sürüyorlardı. Her sabah Ayşe Hanım erkenden kalkar, Güneş'in kahvaltısını hazırlayıp evden çıkardı. Güneş kalkar, kahvaltısını eder, masasını toplayıp; okuluna giderdi. Okuldan sonra bazen arkadaşlarıyla bir yerlere gitse de, eve asla çok geç kalmaz, annesini yine de kendisini dört gözle bekler bulurdu.

Güneş üçüncü sınıftayken, bir gün derste olması gereken bir saatte arkadaşları tarafından eve getirildi. Annesi henüz gelmemişti ama gelmek üzereydi. Okulda gözleri kararmış, olduğu yerde yığılıvermişti. Okulun revirine götürülmüş, biraz yattıktan sonra eve getirilmişti.

Ayşe Hanım bunları eve gelince, gözyaşları içinde dinledi oğlunun yakın arkadaşından. Güneş de, bunu revir doktoru gibi yorgunluğa yormuş, annesini ikna etmeye çalışıyordu. O gece Ayşe Hanım'ın gözüne damla uyku girmemiş; sabah kalkar kalkmaz Güneş'e yemesi için bal almaya çıkmıştı.

Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra; Güneş'in sağlığı bozulmaya devam etmiş; ellerinde uyuşmalar, göz kararmaları ve birden görüntülerin kaybolması gibi belirtilerle sonunda SSK hastanesinde soluğu almışlardı. Belirtiler sonucu doktor tomografi istemiş, ancak hastane yedibuçuk ay sonrasına gün vermişti.

Eşe dosta sorduktan; iyice araştırdıktan sonra, hastane doktorlarından birinin muayenehanesine gidince tomografi hemen çekilmiş, sonucunda da Güneş ve annesine doktor; Güneş'in beyninde bir ur olduğunu açıklamıştı. Ayşe Hanım'ın geçirdiği şokun yanında Güneş'inki hiç kalmıştı. Doktor, Güneş'i özel bir hastaneye sevk etmiş ve çekilmişti.

Güneş'in hastanede geçirdiği günler, ameliyatlar ve tedaviler sonucu, zaten ince ve narin olan bünyesi iyiden iyiye çökmüş, bir deri bir kemik kalmıştı. Ayşe Hanım, günler geceler boyu dualar ediyor, adaklar adıyor, oğlunu mutlu etmek için bankada bulunan düğün parasından hediyeler alıyordu. Sonunda, altı ay sonra ban-kadaki düğün parası ile birlikte, Güneş'te bitmiş, hayata gözlerini yummuştu.

Ayşe Hanım, elinde bir ev anahtarı ve oğulsuz bir evle başbaşa kalmış, ne yapa-cağını bilmez bir hâlde, iki ya da üç ay akraba akraba gezdikten sonra; Kurtuluş'taki kutu gibi evini satarak, memleketi İzmir'e dönmüştü.

Onunla, bir Pazar günü, deniz kenarında çay içerken tanıştım. Boynumdaki fuların dantelini çok beğenmiş, bakmak istemişti yan masada otururken. Ben de onun masasına geçip fuları vermiş, sonra her nasılsa oturmuş ve onunla sohbet etmeye başlamıştım.

Derken Ayşe Hanım, adımın "Güneş" olduğunu öğrenince duraklamış ve gözleri dalgın, hayat hikâyesini anlatmaya başlamıştı, gözlerinde tek damla yaş olmadan.
Ölüm demişti, öyle acı bir şey ki, gittikçe yüreğine oturuveriyor; tüm gözyaşlarını, sızıları, ağrıları alıyor senden. Bir tek kendi kalıyor geriye, koskoca bir taş gibi, ağır mı ağır.

Sonra, gözlerinin kenarında bulunan en keskin, en uzun çizgiyi gösterivermişti,

-Oğluma döktüğüm göz-yaşlarından kaldı bu çizgi, ölüm çizgisi.

alıntı........
__________________
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem...
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Hizli Erisim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 22:53 - Tarih: 04-28-2024..


Powered by vBulletin 3.7.3
Copyright © 2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © İBADETREHBERİ Forum, All Rights Reserved
Web Tasarım: @Türker
Her Şey ALLAH(c.c) Rızası İçin.