Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 08-29-2009, 23:47
eyup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
eyup eyup isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 12
Standart

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Bunlar müşriklerdir. 73 fırkadan, ne yazık ki 72’sini müşrikler oluşturacaktır ve şu anda da oluşturmuş durumdadır. Dünya üzerinde 72 fırka tespit edilmiş durumdadır. Ayrı ayrı dînler, ayrı ayrı inançlar vardır. Bu konunun incelemesini yapanlar, her tür inancı konunun içine almışlardır. Fırkaların her birinin içinde, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu küçük gruplar bulunmaktadır ki; onlar 73. fırkayı oluşturuyorlar.
İşte Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi, başlangıçta iki özelliğin sahibiydi (gideceği yer cehennemdi, Allah’ın âyetlerinden gâfildi), şimdi iki özellik daha ilave edildi (takva sahibi değil ve şirkte olmak). Bu kadar mı? Hayır. Allahû Tealâ böyle insanlar için, ayrı ayrı açılardan birçok konuyu birden gündeme getiriyor.
5- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şeytanın kuludur. Allah’ın kulu değildir. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi:
-39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sahâbe, tagutun (insan ve cin şeytanların) kulu iken, Allah’a ulaşmayı dilemişler ve tagutun kulu olmaktan kurtulup, Allah’ın kulu olmuşlardır. Onlara hem cennet müjdesi hem de dünya müjdesi vardır. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisi, Allah’ın kulu değildir; tagutun kuludur.
6- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi aynı zamanda şeytanın dostudur. Allah’ın dostu değildir. Allah’ın dostu, Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerdir. Allahû Tealâ, mü’minlerle kâfirlerin mukayesesini Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde şöyle ifade etmiştir:
-2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerin) dostudur.” Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemeseydi tagutun dostu olacaktı. Ama burada, Allah’ın dostu olan mü’minlerden bahsediyor. Âmenû olanların içinden, Allah’ın dostu olan kişilerden bahsediyor. Yani Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerden bahsediyor. Allahû Tealâ: “Allah onların dostudur. Onları (onların kalplerini) zulmetten nura çıkarır.” diyor.
Kalplerini zulmetten nura çıkardığı kişilerin dışında da elbette birileri vardır. Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında onlardan da bahsediyor ve şöyle buyuruyor: “Ve o kâfirler ki tagutun dostudurlar. Onlar da tagut tarafından nurdan zulmete götürülürler.”
Öyleyse “kâfirler” ifadesi açık olarak âyette geçtiğine göre tagutun dostları kâfirlerdir. Diğerleri mutlaka mü’minlerdir. Allah’ın dostu olduklarına göre, kalpleri zulmetten nura ulaştığı cihetle, bunlar Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir. Mürşidlerine ulaşmışlar ve tâbî olmuşlar, ruhları Allah’a doğru yola çıkmıştır ve Allah’a ulaşmıştır. Kalpleri %100 zulmetle doluyken, %51 nura kavuşmuştur (Allah’a ulaştığı yere kadar anlatılıyor). Bundan sonra bu kişiler tagut tarafından kandırılmış ve kalplerindeki Allah’ın nurları, onlar Allah’a ulaşmayı dilemekten vazgeçtikleri için, zikirleri yavaş yavaş azaldığı için, Allah’ın koruyucu kalkanı kalktığı cihetle şeytan o kişi üzerinde tesir icra ettiği için adım adım yok olmuştur. Bu kişi tagut tarafından nurdan zulmete götürülmüştür. Bunların isimleri “kâfirler”dir.
7- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi kâfirdir. İki nevi insan vardır: Allah’a ulaşmayı dileyenler ve dilemeyenler. Bunların birincisi Allah’a ulaşmayı dileyenler, mü’minlerdir. Bu mü’minler, Allah’a ulaşıncaya kadar geçen süre içindeki mü’minlerdir. Sonra bu kişilerin kalpleri nura ulaştıktan sonra, tagut tarafından nurdan aşağı düşürülürler. Bunlar da kâfirlerdir.
Mü’min olmak ya da kâfir olmak bu tarzda bir dizayn içeriyor. Bütün insanlar için, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren cennete girecek olan bir mü’min olması söz konusudur. Ama Allah’a ulaşmayı dilemezse, Allah’a inanması onu hiçbir zaman cehennemden kurtaramaz. Bu açıdan bakıldığı zaman, Kur’ân-ı Kerim kavramları son derece önemli kavramlardır. Allah’a ulaşmayı dilemek, konunun en büyük faktörüdür.
Kurtuluşa ulaşacak olan tek fırkanın mü’minler olduğunu, geri kalan fırkaların şeytana kul olduğunu, Allahû Tealâ bir başka âyette daha anlatıyor. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, geri kalan bütün fırkalar kâfirlerdir. Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesine tekrar bakarsak, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Bunlardan sadece bir tek fırka şirkte olmayanlardır. Geri kalan 72 fırka şirkte olanlardır. Şirkte olmayanlar için sadece bir tek faktör belirtilmiştir. O da, Allah’a ulaşmayı dilemektir (Allah’a yönelmektir).
8- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi hüsrandadır.
9- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi hidayette değildir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
Bu âyete göre, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hem hüsranda olması hem de hidayette olmaması söz konusudur.
10- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi dalâlettedir. Allahû Tealâ Rad Suresinin 27. âyet-i kerimesinde şunları söylüyor:
-13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Buradaki ifadeye dikkat edin! “Allah dilediğini dalâlette bırakır.” ifadesi, “Allah dilediğini seçer, isterse dalâlette bırakır ya da dalâlette bırakmaz.” anlamına gelmemektedir. Allah, dalâlette olan kişiyi dalâlette bırakır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, onların hepsi dalâlettedir. Allahû Tealâ da onları, o dalâlette olduğu şekilde bırakır. Acaba dalâlette bırakmayı dilemediği kişi kimdir? Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında şöyle söylüyor: “Kim de Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allah’a yönelirse (Allah’a münîb olursa), Allah onları Kendisine ulaştırır.”
Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar vardır, onlar dalâlettedirler. Allah’a ulaşmayı dileyen insanlar ise dalâletten kurtulanlar ve Allah’a ulaşanlardır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanların dalâlette olduğu kesinlik kazanıyor. Yunus Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hidayette değillerdir. Burada da dalâlette oldukları bir defa daha vurgulanıyor.
Münîb kelimesi, yunîb kelimesi, münîbîne kelimesi, yönelmek demektir. Peki, “Allah’a yönelmek” ifadesinin, “Allah’a ulaşmayı dilemek” anlamına geldiğini nerden biliyoruz? Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu bize ispat ediyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ: “Yehdî ileyhi men yunîb; Allah’a yönelmiş olan kişiyi Kendisine ulaştırır.” diyor. Yunîb olmak, münîb olmak ya da münîbîne kelimesi ile ifade edilsin; hepsi Allah’a yönelmektir. Yöneldiği yer Allah’tır ki Allah onu yöneldiği yere (Kendisine) ulaştırıyor. Zaten Allahû Tealâ “Kendisine yöneleni” diyor.
“…allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb; Allah dilediği kişiyi Kendisine seçer, onlardan kim Allah’a yönelirse, onları Kendisine ulaştırır.”
Seçtikleri henüz Allah’a yönelmemişlerdir ama başka insanları Allah’ın yolundan caydırmak diye de bir niyetleri yoktur. Allah’a ulaşmayı henüz dilememişlerdir ama dileyebilirler. Bu kişiler kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi, başka insanları da Allah’ın yolundan caydıranlar, Allah’ın yolundan men edenler, ayıranlar olsalardı; o zaman bu kişiler Allahû Tealâ tarafından asla seçilmeyeceklerdi.
Burada, “Allah dilemeden siz dileyemezsiniz.” diyen insanlara cevap vardır. Allahû Tealâ dilemiş ve kişiyi seçmiştir. Onun Kendisine ulaşmasını dilemiştir. Ama Allahû Tealâ, o dilediklerinden sadece Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırıyor. Yani Allah’ın dilemesinin arkasından kulun da dilemesi asıldır. Allah’ın dilemesi ve kulun dilemesi, ikisi birlikte bir sonuç oluşturuyor.
11- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin amelleri boşa gider. Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin amellerinin boşa gittiğini söylüyor:
-39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
Mu’minun Suresinin 103. âyet-i kerimesi hüsranda olanların, günahları sevaplarından fazla olanlar olduğunu söylüyor:
-23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Günahları sevaplarından fazla olan kişiler hüsranda olanlardır. Hüsranda olanların Allah’a ulaşmayı inkâr edenler olduğunu ise Allahû Tealâ Yunus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde söylemektedir:
-10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadır (Yunus-45). Hüsranda olanlar, günahları sevaplarından fazla olanlardır (Mu’minun-103). Bu hüsranda olanların amellerinin boşa çıkacağı da Zumer-65’te ifade edilmiştir.
Kehf Suresinin 103 ve 104. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”

-18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse (Allah’a ulaşmayı dilemezse) onların amelleri boşa gitmektedir.
12- Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi fısktadır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
-57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvanillâhi fe mâ raavhâ hakka riayetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Sonra onların izleri üzerine resûllerimizi ardarda gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa (A.S)’ı gönderdik ve O’na İncil’i verdik. Ve O’na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve onlar, O’na ruhbanlık ihdas ettiler. Biz, Allah’ın rızasını ibtiga etmekten başkasını onlara farz kılmadık. Oysa O’na hakkıyla riayet etmediler. Böylece onlardan, âmenû olanların ecirlerini verdik ve onlardan çoğu fasıklardı.
Sadece âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), ecirleri almışlardır.
Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesine göre, bütün sahâbe bundan 14 asır evvel üzerlerine farz olan Allah’a ulaşma dileğini yerine getirmişlerdir.
Allah’a ulaşma dileği farz mıdır? Elbette farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
-39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
İster cehennem azabı deyin, ister kabir azabı deyin netice değişmez. Allah’a ulaşmayı dilemek ya da Allah’a yönelmek, bu dünya hayatında olması gereken bir vetiredir. Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i kerimesinde ise şöyle buyuruyor:
-31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
Üç âyet-i kerimede de Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır. Gördük ki bütün sahâbe Allah’a yönelmişler, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir.
12 ayrı cepheden, Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin durumunu verdik. Bugün “Allah’a ulaşmayı dilemek” diye bir kavram dînde mevcut değildir. Asırlarca evvel İslâm dînindeki Allah’a ulaşmayı dilemek kavramı, bütünüyle dînden atılmış ve devre dışı kalmıştır.
Bu Kur’ân’dan ve İslâm’dan kopan kavramları incelemeye devam edeceğiz. Zamanımızın en önemli konusu Müjde’den sonra şimdi budur. Bu konuların üzerine çok daha ciddiyetle durmak mecburiyetindeyiz. İslâm’dan neler koptuğunu adım adım beraberce göreceğiz. Bu bölümde size sadece, “Allah’a ulaşmayı dileme” kavramının İslâm’dan kopmasıyla insanların neler kaybettiğini anlattık.
Alıntı ile Cevapla