PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Değer Nedir ve Nasıl Oluşur?


SaRey
01-16-2018, 19:58
Değer, bir toplumda benimsenmiş ve yaşatılmakta olan her türlü duyuş, düşünüş, davranış, kural ve kıymettir. Değerlerin toplamı, kültürü oluşturur.

Kültür, anlam olarak çok boyutlu bir kavramdır. Kültürü kısaca şöyle tanımlayabiliriz: Kültür, toplumların her alandaki kazanımları ve bunların semboller yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılması sonucu oluşan değerler bütünüdür. Kültür, açık ya da gizli davranış kalıplarından oluşabilir. Tarihî bir süreç içinde oluştuğundan geleneksel düşünceler ve buna dair değerler kültürün temelini oluşturur.

Değerler bir toplumun kimliğidir. Toplumun sosyal alışkanlıklarının tüm göstergeleri bu kimlikte yer alır. Toplumda yaşayan insan bireyleri, ne kadar farklı davranış biçimleri ortaya koyarlarsa koysunlar, üyesi olduğu toplumun mayasını taşıdıklarından kendilerini mutlaka ele verirler. Bu açıdan kendi değerlerimizi mutlaka iyi anlamalı, iyi değerlendirmeliyiz. Değerlerin iyi anlaşılması, toplumun geleceğe güvenle bakması ve sosyal hastalıklardan uzak durması için mutlaka gereklidir.

Değerler uzun asırlar boyunca oluşur, canlıdır, ona sürekli bir şeyler eklenir ve bir şeyler sürekli ondan kopar. Ancak bu değişim ve gelişim normal süreç içinde çok yavaştır. Hızlandığı veya yapay olarak hızlandırılmaya çalışıldığı dönemlerde ise bu süreç sancılı olup sosyal düzensizliklere, kargaşa ve anarşiye veya aşırı otoriter yönetimlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Kültürü oluşturan birçok değerler grubu bulunmaktadır. Bunlar genel olarak, bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk, töre ve insan bireylerinin elde ettiği yeni yetenekler ve alışkanlıklardır.

Bilgi, insanların akıl yürütme, tecrübe, sınama yanılma, öğreti vb. yollarla elde ettiği çözümler bütünüdür. İnanç, vahiy veya öğretiler çerçevesinde oluşan bağlılıklar, törenler, ayinler ve ibadetlerdir. Ahlâk ve hukuk ise bilgi ve inançlar doğrultusunda ortaya çıkan, kişinin ve toplumun uymak zorunda olduğu norm(ölçü)lardır. Bir sanatkâr sanat yaparken bütün bu öğelerden etkilenir, kendisi de başkalarını etkiler. Zeki ve çalışkan bireyler, öğrendikleri yeni bilgi ve tecrübelerle toplumlarına yenilikler kazandırırlar ve kültürün gelişmesine, yayılmasına sebep olurlar.

Değer kavramı insana özeldir. Söz ve davranışların doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü şeklinde tanımlanmasını sağlayan temel etken değer anlayışıdır. Bu açıdan güzel-çirkin denildiğinde sanatsal değer ölçüleri, iyi-kötü dediğimizde ahlaki değer ölçüleri, helal-haram denildiğinde de dini değer ölçüleri ön plana çıkar. Bir milleti bir arada tutan bayrak, sancak, tarihsel geçmiş ve zaferler, milli değerler olarak isimlendirilir. Değer ölçülerine göre “değerli” bulunan söz, eylem, davranışlar veya somut varlıklardan her biri “değer” olarak kabul edilir.

Değerlerin Oluşumuna Dinin Etkisi
Din insanlığın sahip olduğu en köklü kurumlardandır. İnsanların sahip olduğu inançlar, örf ve adetler, ahlâk, temel hukuk kaideleri, insanlar arası ilişkilerin biçimi çoğunlukla din kaynaklıdır. Evren ve yaşam hakkında insanların sahip olduğu düşünceler de temelde dine ve bilime dayanır. Bu halde değerler içinde din, son derece önemli bir yer tutmaktadır.

Kültürün dinden soyutlanması, ayrı bir konu olarak ele alınması mümkün olmaz.
Dinler insanlara hayatın amacı hakkında yönlendirici bilgi verirler. Varlıkların yaratıcısı ve amaçları hakkında inançlar ortaya koyar, değerler belirler. Dinler, birtakım hukukî ve ahlakî kurallar düzenler. Toplum içinde bu kuralların uygulanması dinî bir görev olarak kabul edilir. Güzel davranışları yerleştirmeye, kötü ve adil olmayan davranışlardan uzaklaştırmaya çalışan dinler, toplum içinde daha etkili olmak, insanların bağlılıklarını canlı tutmak için bazı etkinlikler, günlük, haftalık, senelik birtakım ibadetler belirlerler. Toplum içinde dinin bu yoğunluğu hayatın her alanına siner, değerleri şekillendirir ve yönlendirir. Bu anlamda din, kültürün esas malzemesidir.
İnsanların din konusunda bağnazlığa saplandığı dönemler hariç tutulursa, büyük dinler, kültürün korunmasında ve gelişmesinde büyük hizmetler vermiş ve vermeye devam etmektedir. Bu konuda İslam’ın gerçekten özel bir yerinin olduğunu söylemeliyiz.

Örf ve Adetlerin Dinle İlişkisi
Toplumların yapısında, yerleşmiş birtakım gelenek ve göreneklere örf ve adetler denir. Örf ve adetler toplum içinde doğal olarak gelişirler. Herhangi bir zorlamanın etkisiyle oluşturulmaları güçtür. Yasalar gibi sonradan oluşturulmuş kurallar dizisi olmayıp, toplumun beğenisiyle oluşurlar. Ülkemizde yaşayan insanların, uzun yıllar boyunca dinlerine büyük saygı göstermeleri, dinin emrettiği birtakım ibadetlerin toplum içinde zamanla örf ve adet biçimi almasına yol açmıştır.

Bir çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren din kaynaklı adetler devreye girer. Çocuğu olan baba, çevresine ikramlarda bulunur. Çocuğa isim konurken sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunur. Erkek çocuk, ailesinin uygun gördüğü bir yaşa geldiğinde törenlerle ve kutlamalarla sünnet ettirilir. Kız istenirken “Allah’ın emri Peygamber’in kavli” ile istenir. Evlenme törenlerinde çiftlerin mesut olması için dua edilir. Evlenen çiftler odalarına çekildiklerinde önce iki rekat namaz kılar, geleceklerinin hayırlı ve bereketli olması için dua ederler. Bir kimsenin ölümünde de cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması, kabre gömülmesi yerleşik örf ve adetler üzerine yapılır ki, bütün bunlar aynı zamanda dinimizin birer emri veya tavsiyeleridir.

Toplumsal ilişkilerde de örf ve adetlerimizin büyük bölümü dinimizden kaynaklanmaktadır. Selamlaşırken en yaygın selam verme şekli olan “Selamünaleyküm” “Allah’ın selamı” olarak bilinir ki, bu doğrudur ve dili ne olursa olsun bütün İslam coğrafyasında Müslümanlar bu selamlaşma şeklini kullanırlar. Öbür yandan akraba, dost, hasta, kabir ziyaretleri İslam’ın teşvik ettiği işlerdir. Bu ziyaretler dinimizce son derece önemli görülmüş ve kurumlaştırılmıştır.
Bayramlaşmalar da örf ve adetlerimizde önemli yer tutar. Bayram gelmeden günler önce hazırlıklar başlar, evler temizlenir, yeni elbiseler alınır. Bayram günü, bayram namazıyla başlar, daha sonra büyüklerin elleri öpülür, çocuklara hediyeler, paralar verilir. Adet haline gelmiş bütün bu davranış şekilleri yüce dinimizin öngördüğü ibadetlerin toplumumuz tarafından benimsenerek, asırlar boyu uygulanması sonucu ortaya çıkmıştır.

Bizim toplumumuz, tarihten bu yana inançlı bir toplum olma özelliğini sürekli korumuş, hatta bu konuda “izleyici” konumundan ziyade “izlenen” konumunda olmayı tercih etmiş, pek çok alanda önderlik etmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Bağdat’ı fethedip halifeliği İstanbul’a taşımasından sonra toplumumuz, fiilen ve resmen İslam dünyasının lideri olmuş, Türklükle İslamiyet, diğer dine inanların gözünde aynı anlam ifade etmeye başlamıştır.

İslam dininin teşviki ve bu coğrafyada yaşayan insanların İslam dinine gönülden bağlanmasıyla, askerî alanda olduğu gibi bilimde, mimarîde, edebiyatta, musikîde dev gelişmeler olmuş, Avrupa “karanlık çağ” dönemini yaşarken Müslümanlar medeniyetin sembolü haline gelmişlerdir. Avrupa’daki aydınlanma ve yeniden yapılanma hareketlerini tetikleyen sebeplerden biri de Haçlı Savaşları sırasında Avrupalıların İslam dünyasındaki medeniyeti keşfetmiş ve onu kendi ülkelerine taşımış olmalarıdır.
Anadolu insanın sevecen, cana yakın, misafirperver, dürüst, çalışkan vb. yüce meziyetlere sahip olmasında İslam’ın rolünü kim reddedebilir? Asırlar boyunca çeşitli etnik ve dinsel renge sahip insanların iç içe dostça yaşamalarını, İslam’ın kardeşlik ve hoşgörü öğretisinin bir yansıması olmaktan başka neyle açıklayabiliriz? Mevlânâ’nın, Yunus’un Hacı Bektaş Velî’nin kana kana içtikleri pınar, İslam’dan başkası değildi. Askerî başarılar, büyük fetihler İslam’ın cihat anlayışının körüklediği cesur yüreklerle elde edilmiştir. Günümüzde de ülkemizde yaşayan insanların barış ve güven içinde olmaları, barış, sevgi ve hoşgörü dini olan İslam’ın kültürümüze iyice sinmiş olmasındandır.

Ahlak, bir toplumun değer ölçütüdür.
Toplumlar değer ölçüleri olmaksızın kurulamaz. Uzun yıllar süresince oluşan değerler, ahlak için de ölçüt oluşturur. Doğru,yanlış, iyi kötü, uygun, uygunsuz iş ve davranışlar ahlak ölçütüne göre belirlenir.

Din ahlakın kaynağıdır.
İlahi dinler, ahlakın en önemli kaynaklarından biridir. Allah, insanlara değer yargılarını oluşturmaları için peygamberler ve ilahi kitaplarla kılavuzluk etmiştir. İnsanlar, peygamber ve ilahi kitapların rehberliğinde toplum olarak ahlak kuralları oluştururlar.
Din ile ahlak arasındaki bu ilişki biçimini süt ile maya ilişkisiyle açıklayabiliriz. Allah’ın gönderdiği vahiy, toplumu mayalar ve onu zamanla dönüştürür.

Din ahlakın koruyucusudur
Din, toplumdaki ahlaki değer yargılarının koruyucusudur. Din sayesinde değer ölçütleri kuşaktan kuşağa taşınır; kısa zamanda ortadan kaybolup gitmesine engel olur.
Sağlıklı din, ahlak ölçütlerini yenilerSağlıklı dinin öz kaynaklarında, kendini yenileyen dinamikler vardır. Toplum veya gelenek tarafından bozulan taraflar, bu dinamikler tarafından tamir edilir; onu aslına döndürür. Dinin bozulan taraflarının yenilenmesi demek, ahlaki değer yargılarının da yenilenmesi demektir.

Din ile ahlak arasındaki ilişkiyi Kuran-ı kerim, peygamberlerin hayat hikayelerinde tekrar tekrar anlatmıştır: Din ve ahlak yönünden tükenmiş olan, dolayısıyla her türlü adaletsizliğin hakim olduğu bir topluma Allah bir peygamber gönderir. Peygamber, ilahi öğretilerle toplumu dönüştürmeye çalışır. Gösterilen çabalar sonucunda sağlıklı bir topluluk oluşur. Bu topluluk zamanla genişler. Süreç ilerledikçe ilahi öğretiler gelenekselleşir; toplumda yerleşik bir hal alır. Fakat daha sonraki süreçte, geleneği oluşturan ruh kaybolur, yalnızca kabuk kısmı kalır. Kabukta da yer yer çürümeler ve dökülmeler görülmeye başlar. Allah bu defa başka bir peygamber gönderir.

Dinsiz ahlak olabilir mi?
Bir grup insan aksini iddia etse de din olmaksızın ahlak olmaz. Hiçbir dine inanmadıklarını söyleyen insanlar, dindar toplumların ürettikleri ahlak kalıplarını kullanmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Dinsiz ahlakın olabilmesi için, dinsiz insanların bir araya gelerek bir toplum oluşturmaları ve bu toplum içinde kendine özgü bir ahlakın oluşması gerekir ki bu pratikte bugüne kadar olmamış bir şeydir.

Dr. Ali Kuzudişli